Her kim olursanız olun sonsuz bir azap çekmenizi isteyen, bütün varlığını buna adamış olan, son derece tehlikeli bir düşmanınız var: Şeytan. Bir başka deyişle, Allah'ın lanetlediği ve huzurundan kovduğu iblis ve onun takipçileri.
O en büyük düşmanınız. Bir efsane ya da bir masal değil, gerçeğin ta kendisi. İnsanlık tarihinin her aşamasında var oldu. Yaşamış ve ölmüş milyarlarca insanı ateşin içine çekti ve halen çekiyor. Hiçbir zaman ayırım yapmaz. Genç, yaşlı, kadın, erkek, devlet başkanı veya dilenci fark etmez. Her insan bu düşmanın hedefidir.
Bu yazıyı okurken de sizi gözlüyor ve planlar yapıyor. Tek arzusu var; olabildiği kadar çok insanı -siz de dahil- kendisiyle beraber cehenneme sürüklemek.
Zafer kazanması için insanların kendisine tapınması veya çok uç sapkınlıklar yapmaları gerekmiyor. İnsanlardan mutlaka Allah'ı inkar etmelerini de istemiyor. Zaten Allah'ı kendisi inkar etmiyor ki, insanlardan özellikle bunu istesin. Onun tek isteği insanları Allah'ın dininden ve Kuran'dan uzak tutmak, halis olarak Allah'a ibadet etmelerini engellemek, bunun sonucunda sonsuz azap çekmelerini sağlamak. Hatta kimi zaman sahte bir dindarlık maskesi altında, Allah'ın adını kullanarak insanları gerçek dinden uzaklaştırıp, saptırıyor. Bu da insanları kendisiyle beraber cehennem çukurunun içine çekmek için yeterli. Hangi vesileyle olursa olsun, onu takip edenlerin sonu hiç değişmiyor:
Ona yazılmıştır: "Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac Suresi, 4)
İblisin Allah'a Akılsızca İsyanı
Kuran'da bildirildiği gibi şeytan, ilk insan olan Hz. Adem (as)'dan bu yana insan neslini Allah yolundan saptırmak için çaba harcayan ve kıyamete kadar da harcayacak olan varlıkların genel adıdır. Tüm şeytanların atası ise, Hz. Adem (as)'ın yaratılmasıyla birlikte Allah'a isyan eden iblistir.
Kuran'da haber verildiği üzere, Allah Hz. Adem (as)'ı yaratmış ve meleklerden ona secde etmelerini istemişti. Melekler Allah'ın emrini yerine getirirken, cinlerden olan iblis Hz. Adem (as)'a secde etmedi. Büyük bir akılsızlıkla kendisinin insandan daha üstün bir yaratık olduğunu öne sürdü. Bu itaatsizliği ve pervasız küstahlığı yüzünden Allah'ın huzurundan kovuldu.
Allah'ın huzurundan ayrılmadan önce, insanları da kendisi gibi saptırmak için Allah'tan süre istedi. Allah da ona kıyamet gününe kadar süre tanıdı. Böylece iblisin insana karşı verdiği mücadele başladı. Allah iblisi ve ona uyanları cehenneme dolduracağına hükmetti. Allah, Kuran'da bu olayı şöyle haber vermiştir:
Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da iblisin dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
(Allah:) "Öyleyse oradan in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin."
O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi.
(Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi.
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım."
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın."
(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 11-18)
İblis böylece Allah'ın huzurundan kovulduktan sonra, kıyamete kadar sürecek olan mücadelesine başladı. İnsanları aldatarak saptırmak için onlara sokuldu. İlk büyük tuzağı, cennette yaşamakta olan Hz. Adem (as)'ı ve eşini kandırarak onları Allah'ın emrine isyana sürüklemesiydi. İnsanlık tarihinin başlangıcındaki bu olay Kuran'da şöyle anlatılır:
Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
Şeytan, kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini" açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."
Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti.
Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?"
Dediler ki: "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız."
(Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır."
Dedi ki: "Orada yaşayacak, orada ölecek ve ordan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi, 19-25)
Hz. Adem (as) Allah'a tevbe etti ve Allah onu bağışladı. Ancak iblisin insanların aleyhine yürüttüğü mücadelesi bu olayla son bulmadı. Kuran'ın Maide Suresi'nde bildirildiği gibi şeytan Hz. Adem (as)'ın iki oğlundan birini aldattı ve onu kardeşini öldürmeye sürükledi. (Maide Suresi, 27)
O tarihten sonra da iblis insan neslinden pek çok kişiyi kandırdı ve kendi safına çekti. Öte yandan diğer cinlerden de pek çok yandaşı oldu. İblisin yolunu izleyen bu cinler, aynı onun gibi insanları saptırmak için onlara sokulmaya, onların "kalplerine gizlice vesvese vermeye" (Nas Suresi, 4) başladılar. İblisin yandaşı olan bu cinler ve insanlar da onun sahip olduğu "şeytan" sıfatını taşımaktadırlar.
(Şeytan, "uzak olmak" kökünden gelen bir kelimedir ve Allah'ın rahmetinden kovulup uzaklaştırılmış her azgın ve isyankar kulun sıfatıdır.)
Dolayısıyla insanoğlunun karşı karşıya olduğu en büyük tehlike olan şeytan, liderliğini iblisin yaptığı bir grup cin ve insandır. Bu cin ve insanlar, iblisin yolunu izlerler, kendileri saptıkları gibi diğer insanları da saptırmaya çalışırlar. "Cinni" (cinlerden olan) şeytanlar, insanlar tarafından görülmedikleri için kendilerini onlara fark ettirmeden yanaşır, zihinlerine saptırıcı düşünceler sokarlar. "İnsi" (insanlardan olan) şeytanlar ise diğer insanlara açıkça sokulur, onları Allah'ın yolundan alıkoymak için telkinde bulunurlar. Bu, insanın yakın dostu gibi görünen bir insan olabileceği gibi, toplumda kabul gören bir "fikir adamı" da olabilir. Kuran'da, bu tehlikeye karşı müminlere şu dua öğretilmektedir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım.
İnsanların malikine, İnsanların (gerçek) ilahına;
"Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran" vesvesecinin şerrinden.
Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek cinlerden, gerekse insanlardan. (Nas Suresi, 1-6)
Şeytan insana bu denli sinsice yaklaşabilen bir düşman olduğuna göre, ondan sakınmak için azami dikkat göstermek gerekir. Bunun en başta gelen şartı, şeytanı tanımaktır. Şeytanı tanımak için ona baktığımızda ise onun oldukça sapkın ve esrarengiz bir mantığa sahip olduğunu görürüz. Önce iblis tarafından kullanılan ve sonra da onun tüm takipçileri tarafından devralınan bu çarpık mantığın temelinde, kibir ve büyüklenme yatmaktadır.
Şeytanın Sapkın ve Esrarengiz Mantığı
Kuran'daki şeytan kıssasında, iblisin Allah'a isyanının sebebi şöyle bildirilir:
(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (iblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Araf Suresi, 12)
İblis büyük bir akılsızlık göstererek kendisinin daha üstün bir varlık olduğunu öne sürerek, insana secde etmeyi reddeder. Ancak isyanını dayandırdığı temel oldukça zahiri ve çürüktür. Kendisinin ateşten, insanın çamurdan yaratıldığını belirtir ve ateşin çamura göre daha üstün bir madde olduğunu öne sürer. Yani kibirlenmesinin bütün nedeni, iki madde arasındaki fiziksel yapı farkıdır. Ancak yapıları ister çamur ister ateş olsun, Iblisi de insanı da Allah yaratmıştır. Yaratılmış bir varlığın, kendisini Yaratan'ın emrine, yaratıldığı maddeyi öne sürerek isyan etmesi, hem büyük bir akılsızlık, hem de büyük bir nankörlüktür. Ancak iblisin insana karşı duyduğu kıskançlık ve içindeki büyüklük hissi bunu kavramasını engeller, fiziksel bir farklılığa takılır ve kendisini yaratan Allah'ın emrine isyan eder. İblisin şuurunun, kendisini üstün ve farklı gördüğü için, kapandığı Kuran'da bildirilen diğer ifadelerinden de anlaşılır:
Dedi ki: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim." (Hicr Suresi, 33)
İblis kendisini Allah'ın yarattığını inkar etmez. İsyanının nedeni bu değildir. Aksine kendisini yaratanın Allah olduğunu bizzat söyler. Ancak "ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın" diyerek son derece çarpık bir mantık ortaya koyar. Bu akılalmaz isyanın hiçbir mantığı yoktur.
İblisin mantık bozukluğunu gösteren, Kuran'da bildirilen bir diğer ifadesi ise şöyledir:
Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblisin dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?" (İsra Suresi, 61)
Bu ayetteki son ifade, iblisin ne kadar büyük bir gaflet ve yanılgı içinde olduğunu çok açık gösterir. Hz. Adem (as)'ın yüceltilmesi, kendisinin ise geri planda kalması, hatta o kimseye secde etmesinin istenmesi onu korkunç bir kıskançlığa sürükler. Bu sapkın ruh hali içinde, Allah'a karşı itaatsiz bir tavır takınma çirkinliğini gösterir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
(Allah) Dedi ki: "Ey iblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?" Dedi ki: "Ben ondan daha hayırlıyım; Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Sad Suresi, 75-76)
İblisin Hz. Adem (as)'a secde etmeyi reddetmesindeki şeytani zihniyet, Allah'ın elçisini kabul etmeyen, ona itaat etmeyi reddeden kişilerde -bir başka deyişle insi şeytanlarda da- görülmüştür. Bu kişiler görünüşte kendileri gibi bir insan olan Peygamberleri Allah'ın elçisi olarak kabul etmeyi reddetmişlerdir. Allah'ın elçisi olarak kabul edecekleri kimsede kendi düşük akıllarınca çok büyük bir üstünlük görmek istediklerini söylemiş, bu üstünlüğün siyasi veya maddi bir güce dayanması gerektiğini iddia etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) dönemindeki inkarcıların Kuran'da bildirilen ifadeleri buna bir örnektir:
Ve dediler ki: "Bu Kuran, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?" (Zuhruf Suresi, 31)
Ya da inkarcılar elçiye iman etmek için, doğa üstü bir güç veya başka boyuttan bir delil görmek isterler. Kuran'ın birçok ayetinde bu kişilerin isteklerine örnekler verilmiştir:
Dediler ki: "Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız. Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın. Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahit olarak) getirmelisin. Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız." De ki: "Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?" (İsra Suresi, 90-93)
Elçilere muhalefet eden, onlara karşı savaşan insanların kabullenemedikleri hususlardan biri işte budur. İnkarcılar kendileri gibi normal bir insana elçilik verilmesini ve bu insana itaat etmeyi gururlarına yediremezler. Bu haset ve kibir dolu isyan, iblisin Hz. Adem (as)'a secde etmeyi reddetmesiyle aynı temel üzerine kurulmuştur. Ayetin devamında insanların çoğunun sırf bu yüzden hidayete eremediklerinden bahsedilir:
Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demelerinden başkası değildir. (İsra Suresi, 94)
İblisin isyanına sapkın bir esrarengizlik hakimdir. İblis ilim sahibi bir varlıktır, Allah'ın varlığına bizzat şahittir. Etrafında melekler vardır, insanın yaratılışından haberdardır. Allah'ın izzetini, gücünü ve kudretini de bilmektedir. İşte iblisin ve onu izleyen tüm şeytanların sapkın ve esrarengiz mantığı burada gizlidir: Allah'ın varlığını ve birliğini bildiği halde onun hükmüne karşı gelmek ahlaksızlığında bulunmak ve kafirlerden olmak... Bu son derece mucizevi bir olaydır. Çünkü bu bilgilere ve ilme sahip olan iblisin, çok üstün bir imana sahip olması gerekir. Şuur seviyesi de aynı oranda yüksek olmalı, Allah'a son derece itaatli ve saygılı olmalıdır. Oysa iblis, büyük bir akılsızlıkla, en şuursuz kişilerin göstereceği çirkin bir cesaret göstermiştir.
İblisin yapısındaki sapkın esrarengizlik bununla da kalmaz. İnsanlara inkarı telkin etmek gibi çok büyük bir günah işlediği halde aslında Allah'tan korktuğunu söyler. Bu da oldukça hastalıklı bir mantığa işarettir:
Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "inkar et" dedi, inkar edince de: "Gerçek şu ki ben senden uzağım, doğrusu ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi. (Haşr Suresi, 16)
Bir başka ayette şeytanın kafirleri müminler aleyhine kışkırttıktan sonra, onları yüz üstü bıraktığı ve Allah'tan korktuğunu itiraf ettiği bildirilir:
O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: "Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım" demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: "Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'tan da korkuyorum" dedi. Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal Suresi, 48)
İblisin bir yandan Allah'ın varlığını, O'nun sonsuz gücünü ve ilmini kabul edip, bir yandan da O'na bile bile isyan etmesi son derece çelişkili bir durumdur. Aynı şekilde, kendi düşük aklınca Allah'ın Kuran'da bildirdiği emirleri yargılamaya (Allah'ı tenzih ederiz), reddetmeye, Allah'ın hüküm verdiği bir konu hakkında kendi kafasına göre muhakemeler yapıp, İlahi hükmü geçersiz göstermeye çalışan herkesin durumu, iblisin hali gibidir. Bu kimseler de Allah'ın varlığını tıpkı iblis gibi bilirler, ancak kendilerini bilmez tavırlarıyla onun konumuna düşerler.
İblis itaatsizliği yüzünden küçük düşürülür, aşağılanır ve Allah Katındaki konumundan horlanarak kovulur. Gururu ve kibiri yüzünden isyan eden iblis, bu karakterine en ağır gelecek muameleyle, aşağılanmayla kovulur. Allah'ın huzurundan ayrılmadan önce Allah'tan süre ve izin ister. Ancak bu süreyi Allah'tan bağışlanma dilemek, O'na tekrar yönelmek ve pişmanlığını dile getirmek için istemez. Amacı insanı da aynı aşağılık konuma düşürebilmektir.
İşte şeytanın insana karşı düşmanlığı ve mücadelesi böyle başlamıştır. Ancak unutulmamalıdır ki şeytanı da bütün özellikleriyle birlikte Allah yaratmıştır, o da Rabbimiz'in kontrolünde olan bir güçtür. Şeytan bütün faaliyetlerini Allah'ın izni ve dilemesiyle gerçekleştirebilmektedir. Ancak bu sayede insanların büyük bir kısmı üzerinde etkili olabilir. Allah'ın izni dışında birşey yapamaz. Kuran'da şeytanın istediği süre ve Allah'ın verdiği izin şöyle bildirilmiştir.
(Şeytan) Dedi ki: "Rabbim, öyleyse onların dirileceği güne kadar bana süre tanı." (Allah) Dedi ki: "Öyleyse, sen (kendisine) süre tanınanlardansın." (Hicr Suresi, 36-37)
Bir başka ayette şeytanın aldığı izin şöyle belirtilmiştir:
(Şeytan) Demişti ki: "Şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun, eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu -pek az dışında-kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.
(Allah) Demişti ki: "Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; eksiksiz bir ceza." (İsra Suresi, 62-63)
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi şeytan Allah'ın irade ve takdiri içinde faaliyet gösterir. Faaliyetleri insana zarar vermek içindir. Zaten şeytan Allah'ın alemlerin Rabbi olduğunun bilincindedir. Hatta iblis, insanları azdıracağını belirtirken, Allah'ın büyüklüğü adına yemin eder:
Dedi ki: "Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka azdırıp-kışkırtacağım." (Sad Suresi, 82)
Allah şeytanı huzurundan kovmadan önce bunları ona bildirir:
Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun. Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. (İsra Suresi, 64)
Şeytanın, Allah'ın izni dahilinde kullandığı taktikleri önümüzdeki sayfalarda ayrıntılarıyla inceleyeceğiz. Ancak burada unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır:
Şeytanın Allah'ın kendisine tanıdığı imkan dışında bir gücü yoktur. Şeytanın görevi, cehennem için yaratılmış insanların, ait oldukları yere gitmelerine vesile olmaktır. Şeytana uyanlar, Allah'ın cennetine layık olmayan, ahlak olarak hayvandan daha aşağılık olan varlıklardır. Allah bunu ayetlerinde şöyle açıklar:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Bunun yanı sıra şeytanın Allah'ın muhlis kulları üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Allah izin vermediği için, şeytan, müminleri saptırmaya güç yetiremez. Allah, kendisini Allah'a adayan ve O'na ortak koşmayan ihlaslı kullarını şeytanın saptırıcı etkisinden korumuştur.
Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. (Nahl Suresi, 99)
Sonuç olarak şeytanı da tüm diğer varlıklar gibi, Allah görevlendirmiştir. Görevi, Allah'ın cennet için yarattığı müminler ile cehennem için yarattığı diğer insanların birbirlerinden ayrılmalarına vesile olmaktır. Bu bir nevi temizlik anlamına gelir. Kalbinde hastalık ve pislik bulunanlar, şeytan sayesinde müminlerden uzaklaşır, ayrılırlar. Ayette şeytanın etkisinin yalnızca bu kimseler üzerinde olacağı bildirilmiştir:
Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler. (Hac Suresi, 53)
Dahası şeytanın müminlere vermeye çalıştığı sıkıntılar, müminlerin dünyada Allah'a yakınlaşmalarına, Allah'a daha sıkı sarılmalarına ve hidayetlerinin artmasına vesile olur:
(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)
“Şeytan Salih Müminleri Gördükçe Kavrulur”

ADNAN OKTAR: “O ortamda daha bu varlık cehennemi görmemişti. Allah korkusunu bilmiyordu. Allah ona sonradan, Hz. Adem (as)’a da Hz. Havva’ya da ona da cehennemi gösterdi. Dolayısıyla Hz. Adem (as)’ın, Havva’nın da biliyorsunuz zellesi vardı, yani onun sözüne inandılar. Halbuki Allah’ın oradaki sözüne, Allah’a bağlılıkta kararlı olmaları gerekiyordu. Bir hikmet üzerine kafaları, gönülleri şeytanın sözüne kaydı. Fakat Allah korkusunu gördükten sonra, yani cehennemi gördükten sonra, cehennemin varlığını anladıktan sonra dünyadaki imtihanı anladıktan sonra bütün üslupları değişti. Bütün yapıları değişti. Çünkü cennet ortamında son derece rahattılar, yemek, içmek, herşey kıyafetleri düzgün, ama Allah onları yeryüzüne indirince, Allah, ayette “ayıp yerleri kendilerine göründü” diyor. Doğal ihtiyaçlarını gördüler. Hatta rivayette Hz. Adem (as)’ın ağladığı söylenir bu durumu görünce. O onda pişmanlık duygusunu meydana getirdi ve acının ne olduğunu, ızdırabın ne olduğunu, gördü. Allah korkusunu daha iyi hissetmiş oldu bu durumda. Ondan sonra üslubu çok mükemmel oldu, ama şeytan klasik psikopat karakterini taşıyan bir varlık. Bunu insanlar içinde de görüyoruz. Sen ne kadar doğruyu söylersen söyle, ne kadar güzel söylersen söyle o kansızlığında, ahlaksızlığında o fahişe karakterinde devam eder. Şeytanda da klasik bir fahişe karakteri vardır dikkat ederseniz, yani bir kahpe karakteri vardır. Böyle duygusal kahpe karakteri. Hem Allah’tan korktuğunu söylüyor hem Allah’a haşa akıl vermeye kalkıyor, hem de bir kahpe ruhu içerisinde. Yani garip. Sonuna kadar öyle gidiyor, sonra kalleş de yani üslup olarak da. Ben zaten diyor sizi çağırmadım diyor, siz kendiniz geldiniz diyor arkasından gelenlere… Ben Allah’tan korkarım diyor sonunda da, yani tam psikopat. Klasik psikopat. Toplumda, halk arasında gördüğümüz psikopatlarla aynıdır, kişilik olarak bir farkı yoktur. Haşa Allah’a birşeyi var yani kahpe kişiliği içerisinde duygusal ve deli bir mantıkla yaklaşıyor. Diyor ki Hz. Adem (as)'ı çamurdan yarattın beni de ateşten yarattın dolayısıyla o daha aşağı benden diyor, daha sıradan diyor. Toprak diyor, ben ateşim diyor. O ahmak kafasıyla Allah’a akıl veriyor, yani Allah’ın yaratmasına rağmen, dolayısıyla ben ona secde etmem diyor. Yani enaniyet, gurur ve kibir. Güya Allah’ı pişman edecek ahmak halbuki kaderi öyle onun… Ama Allah ona Mehdilerini, Peygamberlerini, salih müminleri gösteriyor. Onu gördükçe işte şeytan kavruluyor. Mesela Cenab-ı Allah diyor ki, bak onlar da biliyor senin bildiğini ama onlar bana secde ediyorlar. Bana kulluk ediyorlar. İşte şeytan her mümini secdede gördüğünde onun ciğerine oturuyor. Yani Müslümanların o yüzden namaza çok titiz olmaları lazım. Yani Allah’ın doğru söylediğini ona göstermiş oluyor mümin...
Mesela her itaatinde, her saygısında, şeytanı yalanlamış oluyor mümin aynı zamanda. Allah’tan yana tavır koymuş oluyor. Çünkü o diyor ki herkes benim gibi diyor şeytan. Allah da öyle değil diyor. Benim salih kullarım bana muti olacaklar diyor ve Cenab-ı Allah’ın dediği doğru oluyor. Mesela biz Allah’a karşı muti’yiz, boyun eğiciyiz, secdeye de gidiyoruz, rüku da ediyoruz. At kendini ateşe dese, gözümü kırpmadan atarım ateşin içerisine Allah için, ama şeytan böyle değil işte. Yani ters bir mahluk.
O yüzden böyle bir imtihan, böyle bir sistem meydana getirmiştir Allah, ama bütün güç Allah’ındır. İstese Allah şeytanı da yaratmazdı, secde de ettirirdi, Allah istese onun ağzını, burnunu sürter yerlere yapıştırır, öyle bir konu olmaz. Fakat imtihan için bizim buna ihtiyacımız var. Yani cennetin kıymetini bilmemiz için ihtiyacımız var. Allah korkusu için buna ihtiyacımız var. Mükemmel bir sistem kurmuştur Allah. O mükemmel sistem içerisinde de şeytana ihtiyaç vardı, gerek vardı o yüzden yaratılmıştır şeytan. Ama belirli bir yaşam şekli onun yaşamına ait bütün olaylar vardır. Onun için müminlerin gönlü rahat olsun. Müminlerin hepsi cennettedir. Küfür de cehennemdedir. Ama müminler onları gördükçe cennetin kıymetini daha iyi bilecekler bu çok önemli.” (ADNAN OKTAR'IN TEMPO TV'DEKİ CANLI RÖPORTAJI - 24 Mart 2009)
Şeytan her insanın hayatı boyunca binlerce defa karşılaşacağı en büyük düşmanıdır. Düşmandır çünkü, insanın yaratılışında ona secde etmeyerek Allah'a itaat etmediği için Allah Katındaki makamını kaybetmiştir. Yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de insanları saptırmak için Allah'tan aldığı izindir. Kıyamete kadar, bu izin doğrultusunda olabildiği kadar çok insanı cehennem ateşine sürükleyecek, bunu başarmak için her türlü yolu deneyecektir. Bu amaçla şeytan, insanları her an gözler (Araf Suresi, 27), insana zarar verecek planlar ve oyunlar hazırlar.
Çoğu insan şeytanın ne kadar büyük bir tehlike olduğunun farkında bile değildir. Şeytan bu insanların yanlış mantığına göre, uzak, hatta hayali bir varlıktır. Onlara göre yalnızca çok büyük kötülükleri yapan, vahşi, cani kimseler şeytana uyarlar. Kendilerini ve kendileri gibi insanları, şeytanla hiçbir alakası olmayan, temiz kalpli kişiler olarak görürler. Ancak arada yapılan ufak tefek hatalar için "şeytana uydum" denir. Oysa bu gaflet, insanın hayatı boyunca yapabileceği en büyük hatalardan biridir. Çünkü şeytan -iman eden küçük bir grup dışında- insanların tamamına yakınını kendi kontrolü altına almıştır. Bu insanlar farkında olmadan en büyük düşmanları olan şeytanın istediği hayatı yaşar ve onun peşinden cehenneme giderler. Oysa insanların yapması gereken, şeytanı çok iyi tanımak ve onu düşman edinmektir. Allah ayette şöyle buyurur:
Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin... (Fatır Suresi, 6)
Şeytanın farkına varmak, onu bir düşman olarak kavramak insanı kurtuluşa götüren adımlardan biridir. Bunun için öncelikle şeytanın özelliklerini, daha sonra da kullandığı taktikleri bilmek gerekir. Birçok Kuran ayetinde ayrıntılı olarak bildirilen bu özellikler aşağıda ana başlıklar altında sıralanmıştır.
Sinsi ve Yalancıdır
Şeytan, insanları doğru yoldan alıkoyabilmek için öncelikle gerçekleri örter. Bunun için en sık kullandığı yol ise sinsice yalan söyleyerek insanları kandırmaktır. Yalan yoluyla, sahte ve boş vaatler vererek insanları kendi tarafına çekmeye çalışır. Daha iyi bir sosyal statü, daha çok para, daha rahat bir hayat, hatta ahirette daha üstün bir konum bile vaat eder. Ancak yalan söylediğini ve boş vaatlerde bulunduğunu ahirette kendisi itiraf edecektir:
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan vaadi vaat etti, ben de size vaatte bulundum, fakat size yalan söyledim… (İbrahim Suresi, 22)
Fakat bu itiraf ancak dünya hayatı sona erdikten sonra, şeytan ve dostları kıyamet günü haşredildikleri zaman gerçekleşir. Elbette bu gerçeği öğrenmek şeytanın dostlarına hiçbir fayda sağlamaz. Hepsi tarih boyu şeytana tabi olan diğer insanlarla beraber cehenneme girerler.
İtaatten Çıkmış, Ahlaksız ve Nankördür
Şeytan kendisini yoktan var eden ve sahip olduğu bütün özellikleri veren Allah'a karşı büyük bir nankörlük içindedir. (İsra Suresi, 27) Bu nankörlük ve kendini bilmezlik içinde başkaldırmış ve itaatten çıkmıştır. (Allah'ı tenzih ederiz)
Azgın ve Kaypaktır
Şeytanın Kuran'da bildirilen bir başka özelliği de hem azgın, hem de kaypak (Hac Suresi, 3) oluşudur.
Düzeni İnananlar İçin Çok Zayıftır
Şeytanın iman edenlere karşı kurduğu tuzaklar ve hileli düzenler dıştan bakıldığında güçlü gibi gözükse de bu aslında bir aldanıştır. Çünkü gerçekte şeytanın hileli düzeni zayıftır ve yıkılmaya mahkumdur:
İman edenler Allah yolunda mücadele ederler; inkar edenler ise tağut yolunda mücadele ederler, öyleyse şeytanın dostlarıyla mücadele edin. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa Suresi, 76)
Gücü Yalnızca Çağırmaya Yeter
Şeytanın insan üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur. O yalnızca insanları davet eder. Bu davete uyan insanın kendisidir. Yani insan bir vicdansızlık yaptığında, bunun sorumluluğunu şeytana yükleyip bırakamaz. Asıl kınaması gereken şeytana uyan nefsidir. Şeytan bu gerçeği ahirette kendisini suçlayan inkarcılara karşı şöyle bildirecektir:
... Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın... (İbrahim Suresi, 22)
İnsanların Düşmanıdır
Şeytanın insanın başdüşmanı olduğu birçok ayette belirtilmiştir. (Enam Suresi 142, Kehf Suresi 50, Yasin Suresi 60) Çünkü şeytanın insana vermek istediği zarar, yeryüzünde hiç kimsenin veremeyeceği kadar büyüktür. Şeytan insanın cehennemde sonsuza kadar yanmasını ister. Bu sebeple de insanın en büyük düşmanıdır. Bu gerçek ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168)
... Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır. (Yusuf Suresi, 5)
İyilikten ve Hayırdan Yana Hiçbir Yönü Yoktur
Varlığını insana zarar ve sıkıntı vermeye adamış olan şeytan, insanlar için hiçbir hayır ve iyilik sahibi değildir. Şeytanın bu özelliği ayetlerde de "her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş" (Nisa Suresi, 117) olarak bildirilmiştir.
İnsanlar Üzerinde Bir Pisliktir
Şeytanın insan üzerindeki etkisi, Kuran'da “pislik” olarak nitelendirilmektedir. Ayette şöyle bildirilir:
... Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu. (Enfal Suresi, 11)
Allah Katından Kovulmuştur
Şeytan itaatsizliği ve nankörlüğü yüzünden Allah Katından aşağılanarak ve horlanarak kovulmuştur. "Şeytan" kelimesi kovulmuşluk anlamını içermektedir. Ayetlerde şöyle bildirilir:
(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 18)
Dedi ki: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim." Dedi ki: "Öyleyse ondan (cennetten) çık, çünkü sen kovulmuş-bulunmaktasın." "Ve şüphesiz, din gününe kadar lanet senin üzerinedir." (Hicr Suresi, 33-35)
Kıyamete kadar sürecek mücadele sonucunda şeytan, milyarlarca insanı kendisiyle birlikte cehennem ateşinin içine sürükler. Ancak bir grup vardır ki şeytan onlara karşı asla zafer kazanamayacaktır; müminler. Çünkü müminler Yüce Allah'tan korkarlar, Allah'ın yeryüzündeki halifeleridir ve O'nun koruması altındadırlar. Dolayısıyla şeytanın telkinleri onlar üzerinde etkisiz kalır. Şeytan tarafından da itiraf edilen bu gerçek Kuran'da şöyle haber verilir:
Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (Sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)
Ayetten de anlaşıldığı gibi şeytanın gücü gerçek müminleri saptırmaya yetmez. Ancak hiç kimse de kendisini kesin olarak "cennetlik" göremez. Mümin bir kimse "şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayeti gereğince imanını korumak için, her zaman "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak" (Al-i İmran Suresi, 103) zorundadır. Şeytan, insanların "dosdoğru yollarına oturacağı" (Araf Suresi, 16), onların "ayaklarını kaydırmak" (Al-i İmran Suresi, 155) isteyeceği için, mümin onun hile ve oyunlarına karşı uyanık olmalıdır. Aksi takdirde hiç farkında bile olmadan bu tuzaklara düşebilir. Şimdi şeytanın insanları cehenneme sürüklemek için kullandığı taktikleri ayrı ayrı inceleyelim.
Vesvese Verir
Müminlerin en büyük düşmanlarına karşı mücadeleleri ömür boyu sürer. Bu mücadele sırasında şeytan çok kurnaz yöntemler kullanır. İnsana hiçbir zaman gerçek yüzünü göstermez, karşısına çıkıp "ben şeytanım, ve senin cehennemde yanmanı istiyorum" demez. Onun yerine, ayetlerde bildirildiği gibi, "sinsice göğüslere ve kalplere vesvese vererek" (Nas Suresi, 4-5) kendi varlığını ustaca gizler. Şeytanın farkında olmayan bir insan, onun telkinlerini kendi kafasından geçen düşünceler zanneder. Dahası şeytan bu fikirlerin doğruluğuna onları inandırır. Bu sayede birçok insanı -kendileri şuurunda değilken- tamamen kontrolü altına alır.
Ancak müminler, göğüslere ve kalplere kadar girip fısıldayabilme yeteneğine sahip bu düşmanı, Kuran ahlakı sayesinde saf dışı edebilirler. Mümin öncelikle, kalbinden gelen bu sesin, şeytana mı yoksa kendi vicdanına mı ait olduğunu teşhis edecek bir nur ve feraset sahibidir. Şeytanın oyununun farkına vardıktan sonra, Kuran'da emredilen hareketi yapar, Allah'a sığınır. Çünkü Allah'ı anan bir mümin karşısında şeytanın vesvesesinin hiçbir etkisi kalmaz. Allah bu önemli sırrı Kuran'da şöyle bildirir:
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)
Dünya hayatının bir imtihan yeri olması nedeniyle insanın karşısına birçok farklı durum ve değişik ortam çıkabilir. Şartlar ve ortam ne olursa olsun, şeytan hep pusuda bekler. Bunlardan herhangi birinde müminin gösterebileceği en küçük zayıflık, şeytan için büyük bir fırsattır. Ve şeytan bu fırsatların hepsini kullanır. Ancak kendi varlığını hiçbir şekilde fark ettirmemeye çalışır. Eğer mümin, içinde bulunduğu ruh halinde veya ortamda bir şeylerin sıkıntı verdiğini veya vicdanını rahatsız ettiğini hissediyorsa -ki bu sıkıntı genelde vicdan yoluyla yapılan rahmani bir uyarıdır- hemen durup düşünmesi gerekir. Bunun için en kolay yol, insanın kendisine dışarıdan tarafsız bir yabancı gözüyle bakmasıdır. Böylece karşısındaki insanı -yani kendisini- şu sorular yardımıyla inceleyebilir:
O an için kafasından geçen düşünceler Kuran'a uygun mu?
Allah'ı anmada gevşeklik mi gösteriyor?
Kuran'ın sınırlarını korumada, hükümlerini gözetmede gevşek mi davranıyor?
Planları Allah'ın rızası ve ahireti dışında bir amaca mı yönelik?
O an için kendi çıkarı diğer müminlerden daha mı ön planda?
Kendisine veya bir başka mümine yönelik kuşkusu, zannı mı var?
Olaylar karşısında tevekkülsüz davranıp haksızlığa uğradığını mı düşünüyor?
Yaptığı fedakarlığın diğer insanlar tarafından bilinmesini, bunun konuşulmasını mı istiyor?
Sevdiği bir maldan fedakarlık etmesi gerekiyor da, bunu bir bahane bulup yapmamaya mı çalışıyor?
Herhangi bir dünya malına karşı hırsı mı var?
Gelecek korkusu mu taşıyor?
Kendisine Kuran doğrultusunda yapılan bir uyarıya karşı tahammülsüz mü?
Allah'a ve dine düşman bir kimseye karşı içinde bir sevgi, bağlılık mı oluştu?
Kuran okumayı, dua etmeyi veya salih amellerde bulunmayı geçersiz mazeretlerle erteledi mi?
Eğer içindeki sıkıntı burada sayılanlar veya bunlara benzer bir durumdan kaynaklanıyorsa, bu insana şeytan o an için musallat olmuş demektir. Kendinizin zannetiğiniz bu düşüncelerin hepsi de, şeytanın kalbinize fısıldadığı sözleridir.
Şeytan farklı insanlar için farklı taktikler kullanır. Örneğin dinden uzak, Kuran'dan gafil yaşayan bir kimseyi, bu hayat tarzına devam ettirecek taktikler izler. Onları tamamen dünya hayatına yöneltir, dünyanın gelip geçici süsüne iyice daldırır, böylece ömür boyu hak dinden uzak tutar.
Din ahlakına yeni yeni ilgi duymaya başlayan kimseyi, çevresi tarafından dışlanacağı, dinin hayatını kısıtlayacağı, eğer din ahlakını yaşamaya başlarsa bunu devam ettiremeyeceği gibi boş ve yersiz endişelere düşürerek din ahlakından uzaklaştırmaya çalışır. Oysa bunların hiçbir doğruluk payı yoktur.
Şeytan müminlere karşı da faaliyetini sürdürür. Örneğin bir müminin herhangi bir mümine karşı sinirlenmesi veya Kuran okumayı aklından geçirdiğinde önemsiz bir bahane bulup bundan vazgeçmesi bu fısıltıların etkisindendir. Ancak şeytan mümine doğrudan "Kuran okuma", "Allah'ı anma" diye fısıldamaz. Çünkü bunun etkisiz olacağını bilir. Onun yerine insanın kafasını boş ve uzun emellerle oyalamaya çalışır. Eğer insan bu fısıltıların etkisinde kalır, ahireti unutup dünya hayatına dalarsa, bu gafletin etkisiyle doğal olarak Kuran'da Allah'ın emrettiği yaşam biçiminden uzaklaşır. Bu tuzağa düşmemenin tek yolu şeytanın fısıltılarını zamanında teşhis edip Allah'a sığınmaktır.
Sağlıklı bir teşhis ise şeytanın özellikleri, taktikleri ve insan üzerinde oynadığı oyunlar bilindiği takdirde yapılabilir. Bunun için de yol göstericimiz ise Kuran ve sünnettir. İlerleyen sayfalarda Kuran ayetlerine göre şeytanın taktikleri, insanları Allah yolundan saptırmak için kurduğu tuzak ve hileleri incelenecektir.
Şirk
Şirk, Kuran'da, Allah'a ortak koşarak O'ndan başkasını ilah edinmek anlamında kullanılan bir kelimedir. Ancak içinde bulundukları şirk yüzünden cehenneme gidebilecek milyarlarca insan, gerçekte şirk kelimesinin anlamını bile bilmezler. "Şirk koşmak, Allah'tan başkasını ilah edinmek" ifadesiyle, sadece Yaratıcı olarak Allah'tan başka bir varlığı kabul etmek, putlara tapmak gibi ifadelerin kastedildiğini zannederler. Bu yanlış mantıktan yola çıkan cahiliye toplumu fertleri, "ben Allah'a inanıyorum, kimseye zararım yok, insanlara faydalıyım, cehenneme gideceğimi zannetmiyorum" gibi tamamen Kuran'a uygun olmayan, sapkın mantıklara sahip olurlar. Oysa Allah'tan başka bir varlığı koruyucu güç olarak kabul etmek, Allah'tan başkasından korkmak, Allah'tan başkasına karşı müstakil bir sevgi duymak, Allah'a eş ve ortak koşmak anlamına gelir.
Allah'tan başka yol göstericiler edinmek de en yaygın şirk çeşitlerindendir. Günümüz cahiliye toplumları da, Allah'tan başka yol göstericiler kabul ederek ve bu yol göstericileri izleyerek, yüzyıllar öncesinin puta tapıcılığını yaşatırlar. Çok tanrılı dinlerin yerini insanlar tarafından ortaya atılan din-dışı ideolojiler almıştır. Ülkeler ve milliyetler ne olursa olsun, bu yolla milyarlarca insan Allah'ın dinini yaşamaktan alıkonulmuştur.
Elbette bu sapkınlığı en çok tahrik eden de şeytandır. Çünkü insanın Allah'tan uzaklaştığı her konu şeytanın insana karşı başarı kazandığı bir cephedir. Bu yüzden şeytan, şirk sayesinde cahiliye insanlarının beyinlerini uyuşturur. Bütün yaşamlarını çepeçevre saran şirk, bu insanların sağlıklı düşünmelerini engeller. Yaşamlarını Allah'ın istediği şekilde, Kuran'ın emirleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünneti çerçevesinde değil, şeytanın telkinleri altında geçirirler.
Şirk içinde geçen bir yaşam, şeytan tarafından hazırlanmış öyle sinsi bir tuzaktır ki, bu tuzağın içindekiler kendi durumlarının farkına bile varmazlar. Bu insanların çoğu kendilerini doğru yolda, hatta herkesten daha çok cennetlik görürler. Şirk koştuklarının bilincinde olmayan ve kendilerini kandıran bu insanların, ahiret günü aslında birer müşrik olduklarını öğrendikleri zaman uğradıkları yıkım ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24)
Şirki meydana getiren unsurlardan birisi de insana yaratılıştan verilen sevgi duygusunun yanlış yönlendirilmesidir. İslam'da insanın Allah'a yakınlaşmasına vesile olan bu duygu, cahiliyede Allah'tan uzaklaştıran şeytani bir tutku olmuştur. Müminler fıtratlarındaki sevgiyi asıl olarak Allah'a yöneltirler. Bu sevgi bütün sevgilerin üzerindedir. Diğer insanları ve varlıkları ise, Allah'a olan sevgilerinin bir tecellisi olarak severler. Bir insana bağımsız bir sevgi duymaları, örneğin Allah'a isyankar olan bir inkarcıya sevgi beslemeleri, Kuran'a göre mümkün değildir. Müminler Allah'ın hoşnutluğu için, Allah'ın rızasına uygun hareket edeni sever, etmeyeni ise sevmezler. Müminlerin insan sevgisi Allah'a yöneltilen sevginin bir sonucu olarak köklü ve kalıcıdır. Müşriklerin sözde sevgileri ise gördüklerini beğenmenin ötesine geçmez. Müşrikler için sevgi, sahip oldukları sayısız sahte ilaha karşı beslenir. Bu kimseler Allah'ı da sevdiklerini iddia ederler. Ancak bu sevgi sözde kalır. Bütün yaşamlarını gerçek sevgilerini yönelttikleri putlar için harcarlar. Örneğin babalarını, oğullarını, eşlerini, parayı, makam ve mevkiyi Allah'tan daha çok severler. İnkar edenlerin bu batıl sevgi anlayışları bir ayette şöyle bildirilir:
İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını "eş ve ortak" tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)
Cahiliyede en yaygın olan şirk unsurlarından biri kadınlara duyulan tutku dolu sevgidir. Eğer herhangi bir kadına duyulan sevgi, Allah'a karşı duyulan sevgiden öte bir sevgiyse, söz konusu durum şirki doğurur. Oysa bir insana yöneltilen sevgi, ancak o kişideki güzelliklerin sahibinin Allah olduğu kalbe tam olarak yerleştirilmişse bir anlam kazanır. Allah'a karşı beslenecek sevgide bir sınır olmadığından, Allah için seven bir insanın karşısındakine yönelttiği sevgi de çok güçlü ve kalıcı olur.
Allah, kadınlara duyulan bu tutkunun, şeytanın bir oyunu olduğunu şöyle bildirmiştir:
Onlar, O'nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar. (Nisa Suresi, 117)
Şirk Allah'a karşı işlenmiş büyük bir günah ve nankörlüktür. Bu yüzden Allah bütün günahları affedebileceğini, ancak şirki kesinlikle affetmeyeceğini bildirmiştir:
Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)
Şirk o kadar büyük bir tehlikedir ki, bütün bir ömrünü Allah'a ibadet etmekle geçiren kimseler bile bu konuda çok titiz olmalıdırlar. Çünkü yapılan bütün salih ameller, şirk olduğu takdirde boşa gider. Bu yüzden şeytan, hayatlarını Allah'a adamış müminlere şirk koşturmak için türlü tuzaklar hazırlar, uygun fırsatlar bekler. Kimi zaman insanları, kimi zaman parayı, kimi zaman da başka yolları kullanmayı dener. Örneğin kazanılan bir zaferin ardından yapılan "bunu sen başardın" telkini de şeytanın bu amaçla hazırladığı bir tuzaktır. Böylece kişiyi, Allah'ın kontrolü dışında şahsi bir gücü olduğuna inandırmaya çalışır. Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadisinde Allah'tan başka güç sahibi olmadığını hatırlatarak şeytandan Allah'a sığınmanın önemiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
Allah'tan başka İlah yoktur, o tektir, şeriksizdir. Arz ve semann mülkü O'na aittir. Bütün hamdler O’nadır, O herşeye kadirdir." de... Taşlanmış şeytandan Allah'a sığın. (Kütüb-i Sitte, Muhtasar Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, s. 311)
Müminler, amellerinin boşa gitmesine neden olabilecek her türlü tehlikeye karşı son derece dikkatli olmalıdırlar. Bunun için Kuran'da müminlere yapılmış çok açık bir uyarı vardır:
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. "Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 65-66)
“Şirkten Korunmanın Yolu Benlik Duygusunun Olmamasıdır”
ADNAN OKTAR: “Şirki anlamak için maddeyi de iyi anlamak gerekiyor. Mesela ben sizinle şimdi görüşüyorum. Beynimde sizi yaratıyor. Dışarıda sizin cisminiz var, ama dışarıda sizin cisminizi görsem saydam, dolayısıyla göremem. Bir de karanlık dışarısı zaten hiç göremem. Bir de renk de yok. Renk, ışık ve cismin üç boyutlu yani saydam olmayan görüntüsü beyinde oluşuyor, Allah yaratıyor. Bütün güç, kudret Allah’ın elinde. Dolayısıyla mesela ben şimdi konuşurken desem ki; “güzel konuştum”. Değil, Allah güzel konuşturdu. Mesela siz soru sordunuz. Güzel soru sordunuz, değil. Allah güzel soru sordurdu. Yani bunu iman edip aklımızda sürekli bileceğiz. Sokakta da, dışarıda da benlik duygusunun olmaması lazım. Yani “ben yaptım, ben ettim” en büyük şirk bu, şu an dünyada hakim olan budur. Ama klasik şirk de var tabii, direk puta tapıyorlar. Mesela insanı putlaştırıyorlar, insana tapıyorlar. Mesela Hz. İsa (as)’a, Allah diye ona tapıyorlar. Mesela bu bir şirktir. Hz. İsa (as)’ın Allah olmadığı belli. Yani yazık günah değil mi? Birçok insanı da azaba sürüklemiş oluyorlar. Mesela Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa’da büyük bir kitle dinsiz oldu o yüzden, yani Hz. İsa (as)’a Allah dedikleri için. Mesela “Peygamber” demiş olsalardı, çok fazla insan iman edebilirdi. Çok çok daha fazla Hıristiyan olurdu. Çok çok mantıksız gördükleri için iman edemiyorlar, etmiyorlar.”
ADNAN OKTAR: “Tabii aslında her gün yeniden başlayacak insan. Yani bir evvelki günü esas almayacak, yani o tamamdır demeyecek onu eksik görecek, yeniden yepyeni bir başlangıçla ertesi güne başlayacak. Her sabah yeni bir başlangıçtır. Samimi olmanın yolu kendini kasmamaktır, beynini kasmayacak, ruhunu kasmayacak, insanlardan etkilenmeyecek. Çünkü insanları Allah yaratıyor, onlar da Allah’ın kulu. Daha önceki çocukluğundan kalma alışkanlıklarının da etkisi altında kalmayacak. Konuşturanın Allah olduğunu bilecek. Düşündürenin Allah olduğunu bilecek. İman ettirenin de Allah olduğunu bilecek. Yani ben nasıl ederim değil, Allah’ın yaratmış olduğunu o zaten görecek. Şimdi insanın yapacağı bir şey yok orada. Kaderde zaten her şey olup bitti, bir an içerisinde sonsuz önce ve sonsuz sonra bitti, Allah Katında oldu bitti. Biz dua ederken Allah’ın yapıp bitirdiğini görmek arzusuyla dua ediyoruz. Yani Cenab-ı Allah zaten yapıp bitirmiş. Bizim yapacağımız, Allah’a kendimizi iyice bırakmaktır, tam teslim olmaktır. İnsanlar bunu yapamıyorlar. Mesela bir şey olduğunda hep kendi yapacak zannediyor. İşte bu şirk olur. Bu çok anormal bir harekettir. Mesela konuşurken, konuşmaya hazırlanırken yahu ne konuşacağım şimdi ben diye heyecanlanıyor. Mesela parmaklarını çıtlatıyor biliyorsun birçok insan, mesela tansiyonu çıkar heyecanlanır, halbuki o hiçbir şey konuşmayacak. Sadece Allah onu konuşturacak, o kaderin dışında hiç konuşamaz, tek kelime, boş yere tedirgin oluyor. Ne bir kelime fazla konuşabilir ne bir kelime eksik konuşabilir. Mesela dili sürçüyor, hata yapıyor, o dil sürçmesi kaderindedir. Yani bin kere olsa yine dili sürçer hata yapar.”
SUNUCU: “Ne kadar dikkat edersek de...”
ADNAN OKTAR: “Ne yaparsanız hiç bir şekilde o değişmez. Yani bütün mimiklerini, konuşmalarını hepsini Allah hazırlar. Yani insanın ses meydana getirme gücü yok. Öyle bir kabiliyeti yok. Yani doğrudan Allah yaratır hepsini. İnşaAllah. (Adnan Oktar’ın Kocaeli TV’deki Canlı Röportajı, 24 Kasım 2009)
İnsanların Şükretmelerini Engeller
Şeytan Allah'ın huzurundan kovulmadan önce, kendi kendine önemli bir söz vermiştir. Bu söz, şeytanın insanlara karşı kullanacağı çok önemli taktiklerden birini gösterir:
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 17)
Şeytan insanların şükretmelerini engellemek ister. Çünkü şükür Kuran'da bildirilen en önemli ibadetlerden biridir. Yaklaşık 60 ayette şükürden ve şükretmenin öneminden bahsedilir. Allah'ın bu kadar önemle hatırlattığı bir konuyu insanlara göz ardı ettirmek, şeytanın elbette başlıca amaçlarından biri olacaktır.
Şükredebilmek için öncelikle şükrün önemini kavrayabilecek şuura sahip olmak gerekir. Şükreden bir insan, sahip olduğu nimetin tek sahibinin ve onu kendisine verenin Allah olduğunu ve Allah karşısındaki acizliğini bilir. Allah'ın büyüklüğünü, azametini gözardı eden, bunu kalbine sindiremeyen bir insanın şükrü de aynı derecede yüzeysel olur. Şeytan tarafından yönlendirilen cahiliye toplumu zaten şükürden uzaktır. Şükretmek gibi temel bir ibadeti ancak başlarına gelen bir bela geçtikten sonra veya istenmeyen bir durum ortadan kalktığında oldukça kısa bir süre hatırlar, sonra tekrar küfür içindeki yaşamlarına geri dönerler. Kuran'da bu yapıya örnek olarak felakete uğradığı zaman dua eden, üzerlerinden sıkıntı kalktığı zaman şirk koşan insanların durumları verilmiştir:
De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (Enam Suresi, 63-64)
Oysa şükretmek insanın en önemli sorumluluklarından biridir. Çünkü her insanın hayatı şükredeceği sayısız nimetlerle doludur. Öyle ki bu nimetlerin bir genelleme yapılarak bile bitirilemeyeceği Nahl Suresi'nin 18. ayetinde belirtilmiştir. Kuran'da şükür için belirli bir sınır koyulmadığından, insan elindeki bütün nimetleri bir şükür vesilesi olarak görebilir. Örneğin Hz. İbrahim (as) gibi, kendisini yediren ve içirenin Allah olduğunun bilincinde olan bir kişi (Şuara Suresi, 79), her yemek yediğinde veya bir şey içtiğinde, bunları kendisine lütfeden Allah'a şükretmelidir. Ancak şükretmek yalnızca yeme-içme ile sınırlı kalmamalıdır. İnsanın gün boyu istifade ettiği halde çoğu zaman aklına getirmediği, tefekkür etmediği, ancak kaybettiği zaman değerinin farkına vardığı sayısız nimet vardır. Kuran'da sık sık bahsi geçen ve şükür vesilesi olarak bildirilen "görme" ve "işitme" nimetleri de bunlara örnektir. Görme ve işitme asla tesadüfen ortaya çıkmış özellikler değildir. Allah insanlara Kendisi'ne şükretmeleri için gözler, kulaklar vermiştir:
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Aynı şekilde insanlar için ulaşım ve taşıma aracı olan gemilerin, dünyanın dörtte üçünü oluşturan denizlerin ve rüzgarların varlığı da insanların şükretmelerine vesile olmalıdır:
Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (Nahl Suresi, 14)
Size Kendi rahmetinden tattırması, emriyle gemileri yürütmesi ve O'nun fazlından (rızkınızı) aramanız ile umulur ki şükretmeniz için, rüzgarları müjde vericiler olarak göndermesi, O'nun ayetlerindendir. (Rum Suresi, 46)
Allah; Kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O'nun fazlından ararsınız diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz. (Casiye Suresi, 12)
Müminin kendisine verilen nimete şükretmesi, bu nimete ehil olduğunu gösteren bir delildir. Böylece hem nimetin hakkını vermiş olur, hem de daha üstün bir nimet için önünde yol açılır. Allah şükreden kullarına nimetlerini artıracağını bildirirken, şükretmeyen nankörleri azabıyla tehdit eder:
Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir. (İbrahim Suresi, 7)
Kendisine peygamberlik makamı verilmiş Hz. Süleyman (as)'ın Allah'tan kendisine şükretmeyi ilham etmesini istemesi (Neml Suresi, 19) tüm müminlere örnek olmalıdır. Çünkü şeytan, insanlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından yaklaşarak; nimetlere karşı alışkanlık duygusu vermek, önemsetmemek gibi hilelerle onları şükretmekten alıkoymaya çalışmaktadır.
“Şeytanın Etkisi Zayıftır, Ancak İmanı Zayıf İnsanlara Etkisi Olabilir”

ADNAN OKTAR: “İlk önce, biliyorsunuz cennetteydi Hz. Adem (as), Hz. Havva ve şeytan. Hz. Adem (as) ile Hz. Havva normal yaşıyorlardı. Güzel ortam, her şey yerinde. Fakat şeytan böyle biraz, çok özür dilerim, kahpe tıynetli. Böyle duygusal, intikamcı, klasik ahlaksız. Allah, Hz. Adem (as)’a secde etmesini söylüyor, örnek olarak veriyorum, çok ağrına gidiyor. Bir de çok küstah, haşa Cenab-ı Allah’ı tenzih ederim. "Onları topraktan yarattın, beni ateşten yarattın" diyor. Sanki yani Allah bilmiyor haşa. İşte ukala insan ruhunu, münasebetsiz insan ruhunu, isyankar insan ruhunu da Cenab-ı Allah orada göstermiş oluyor. Bir de Hz. Adem (as) ile Hz. Havva’yı kandırmadaki yöntemi, yani onlara sonsuzluk vaadinde bulunuyor. Zaten sonsuzluğu yaratacak olan Allah. Yani oradaki meyveyi yiyince, orada sanki meyve haşa Allah mı onlara o sonsuzluğu sağlasın? O şirk kafası işte o şirk mantığı da ilk defa ortaya çıkmış oluyor. Hz. Adem (as) da tabi ona inanmış olması bir yanlışlıktı, bir zelledir, bir peygamber hatasıdır. Onu yaptıktan sonra bu işi inada döküyor şeytan. Yani tam bir inatçı, aksi insan, böyle karaktersiz insan modeli vardır ya, tam o tarzdadır. “O zaman” diyor “bana süre ver” diyor Allah’a, “ben” diyor “hepsinin benim gibi olduğunu sana göstereceğim” diyor. “Hepsi benim gibiler” diyor. “Ancak” diyor, “samimi kulların müstesna” diyor, “onlar yapmayabilir” diyor, “yapmayacaklar” diyor. Fakat onlar yapacaklar diyor. Allah da “süre verilenlerdensin sen” diyor, süre almış oluyor. Ama burada asıl amaç şudur, yani insan eğer doğrudan cennete giderse mutlu olmaz. Yani mutlaka dünyada bu eğitimden geçmesi gerekiyor. Eğer doğrudan cennete giderse Hz. Adem (as) ve Hz. Havva’nın konumu gibi olur. Yani mutlu değillerdi cennette. O anlamda mutlu olmadılar. Yenilik arıyorlar. Mesela Allah’a verdikleri sözü tutamayacak durumdalar, tutmuyorlar. Ama bu eğitimden geçtikten sonra insanlar, acıyı, zorluğu, çileyi, sadakati, sabrı, cesareti, vefayı her türlü güzel ahlakı gördükten sonra, cennette sonsuza kadar çok mükemmel ahlakta oluyorlar ve cehennem sürekli cennettekilere göstertilir. Bir ekrandan sürekli göstertilir. O da sürekli hallerine şükretmelerini sağlıyor. Hz. Adem (as)’a cehennem hiç göstertilmedi. Yani cehennem ekranını görmedi cennette. Eğer görseydi, tabi takdir Allah’ın, kim bilir nasıl olurdu tavrı. Ama kaderi öyleydi. Onun için, cennetin mükemmelliği için, cennette insanların mutlu olması için, mutlaka bu eğitimden geçmeleri gerekiyor ve mutlaka cehennemden haberdar olmaları gerekiyor. Şeytan da ısrarla şu an bu inadını, bu iddiasını devam ettiriyor. İnsanları delalete düşürerek, dinsizliğe çekerek. Her dinsiz için söylüyor, Allah’a diyor, “bak ben” diyor “ben bunu yaptım ama senin secde etmemi istediğin Hz. Adem (as)’ın soyu bak neler yapıyor” diyor. Yani maksat ukalalık olsun, münasebetsizlik olsun, yani klasik alıştığımız ahlaksız insan modeli şeytanınki.
SUNUCU: İcraatleri nedir şeytanın? Neler yapar, yaptırır?
ADNAN OKTAR: Aslında etkisi zayıftır. Yani ayette de bildiriliyor, şeytanın salih kulların üzerinde etkisinin olmadığını söylüyor Allah, zayıf olduğunu söylüyor. Yani güçsüzdür şeytanın etkisi. Mesela şeytan unutkanlık verebilir, gücü vardır. Öfke meydana getirebilir. İtidali bozmaya kalkabilir. Yani insanın nefsine uygun harekete zemin hazırlar, yani uygunluk hazırlar. Ama imanı güçlü, samimi bir Müslüman, şeytanın etkisinde kalmaz. Yani bir şey olmuyor. Fakat zayıf olan insanlar, yani samimiyeti ortalı olan insanlarda cidden etkisi oluyor. O hissediliyor. Bir anda koskoca insan, aklı başında insan kontrolden çıkabiliyor, dengesiz hareketler yapabiliyor. Şeytan da ona seviniyor. Mesela namaz kılmadığında iftihar ediyor şeytan. Diyor, “bak ben secde yapmadım ama” diyor “görüyorsun” diyor Allah’a, “o da yapmıyor” diyor. Ta en sonunda herkesi cehenneme toplayıp gittikten sonra, “ben Allah’tan korkarım” diyor. Ben sizi diyor sadece davet ettim diyor. Siz de yaptınız diyor. “Ben size böyle bir şeyde bulunmadım, zor kullanmış değilim” diyor. Ona benzer bir üslubu var. Dolayısıyla yani klasik her yerde gördüğümüz ahlaksız insan modelinin bir tipi şeytan. Öyle karmaşık bir yapısı yok. Ama böyle hani orijinal boynuzlu moynuzlu falan değil. Şeytan her türlü şekle girer. Hz. Süleyman (as) devrinde insan şeklinde görünüyordu şeytan. Hz. Süleyman (as)’a yardım etmişlerdir. Yani korkunç zekidir şeytan ve müthiş bilgisi vardır. Her türlü teknolojik aleti, her türlü teknik bilgiyi, her şeyi bilir. O yüzden Hz. Süleyman (as)’a muazzam teknolojik yardımda bulunmuştur. O devirde mesela bir hava aracı yapmıştır Hz. Süleyman (as), hatta tepkili motoru var gibi bindiği uçağın, yaptığı uçağın. Çünkü rüzgar meydana getiren bir yapıdan bahsediyor ve çok kısa, bir aylık mesafeyi kısa sürede alan bir uçaktan bahsediyor. Ve buna benzer yani elektriği de yaptığı ve birçok şeyi yaptığı, hatta eşya naklinde teknolojik, teknik bilgi verdiği açıkça anlaşılıyor. Ama sadece Hz. Süleyman (as)’a has verilmiştir o bilgi. Yani şeytanı kullanmıştır. Cinlerin de bilgisi vardır. Cinleri de kullanmıştır. Hatta “Hz. Süleyman (as)’ın ölümüne” diyor “biz hüküm verdiğimizde onun ölümünü bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi” diyor, “onun asasını kemiren ağaç kurdundan başkası haber vermedi” diyor. Yani şimdi ahir zamanda da cinler kullanılacak. Şimdi ama şu anda cinler ortaya çıksa insanların ruh dengesi bozulur. Yani onu kaldıramazlar. Allah yavaş yavaş, alıştıra alıştıra cinleri insanların hizmetine verecek Hz. Mehdi (as) devrinde. Yani insanlar cinden korkmamayı öğrenecekler. Şu an çıldırırlar görürlerse. Çok çok korkarlar. Sağlıklı bir insan kaldıramaz. Ama yavaş yavaş, önce sesine, sonra herhangi bir eşyayı kıpırdatmasına, sonra suda görünmesine, sonra herhangi bir cam yüzeyde görünmesine, sonra da yavaş yavaş görüntü olarak, insan olarak yani normal bir görüntü olarak görünmesine insanlar alışacaklar. Ondan sonra insanların hizmetine girecektir cinler inşaAllah.
SUNUCU: İnşaAllah. Özellikle namaz esnasında, namaz kılarken aklınıza gelmeyecek bütün fikirler bir anda gelir ve namazda çok fazla esneme olayı olur. Neden kaynaklanır bu?
ADNAN OKTAR: Namaz, şeytanın en hassas olduğu, yani en aşağılandığı konu olduğu için Müslümanları da en çok namazla vurmaya çalışır ki Allah’a o iddiasını ispat etmek için. Yani namaz kıldırtmamaya çalışır Müslümanlara. Vesvese verir, rahatsızlık verir, namazı zorlaştırır, namazda bir şeyler düşündürtür, namazını bozdurtur ve eksik kıldığını ona ilka eder. Dolayısıyla özellikle takva olan, dindar olan insanlarda namazı onun başına sanki haşa bir dert haline getirir. İşte bunda Müslümanlar çok uyanık olacaklar, çok akıllı olacaklar, şeytanın bu oyununa hiç taviz vermeyecekler. Mesela diyor ki Cenab-ı Allah yüzünüzü ve ellerini yıkayın dirseklere kadar, ayağınızı yıkayın ve başınızı mesh edin. Bildiğimiz anlamda yıkayıp hiç vesvese etmeden doğrudan gidip namaza duracak. Namaz kılarken de aklına mutlaka birçok şey gelecektir. Ona da ehemmiyet vermeyecek, yani kıyamda olduğunu bir an için bile biliyor olsa, bir sureyi, birkaç sureyi şuurlu olarak okuduktan sonra, velev ki aklına bir şey gelmiş olsa bile o namaz geçerlidir. Hiç vesvese edeceği bir şey yok. Yani birçok konuda da vesvese olabilir ama özellikle o konularda keskin bir şuurla, karalılıkla namazı kılıp çıkmak lazım. Ama şeytan namazda çok musallat olur Müslümanlara ve çok manidardır. İşin doğrusu, şeytanın salih mümine hiçbir etkisi olmaz. Ama zayıf insanlara, aklı zayıf olan insanlara yani Allah vermesin. Parmağına takar oynatır, öyle tabir edeyim, yani rezalet durumlar olur, ağlatır, küstürür, kızdırır, bağırtırır, çağırtırır, hiç olmadık kuruntulara düşürttürür. Yani zaten şeytanın özelliği odur, Kuran’da da belirtiliyor: Olmadık kuruntulara düşürtmesi insanları. (Adnan Oktar’ın Kanal 35’deki Canlı Röportajı, 1 Şubat 2009)
Korku Vermesi
Müminlerin Allah'a olan yakınlıkları şeytana karşı manevi bir kalkan oluşturur. Allah'a teslim olmak, O'nu zikretmek, yeryüzündeki her olayın O'nun kontrolünde olduğunu bilmek ve katıksızca O'na yönelmek, müminlere önemli bir manevi güç sağlar. Şeytan her fırsatta müminlerin bu manevi güçlerini zayıflatacak yollar dener. Bu yollardan biri de insana Allah korkusu dışında başka "korku"lar vermektir.
Şeytanın bu silahı kullanmasının önemli bir nedeni vardır. Korku, şuurun kapanmasına, Allah ile bağlantının kopmasına ve tevekkülün ortadan kalkmasına sebep olabilir. İhlasını koruyan bir mümin için böyle bir durum söz konusu olmaz. Şeytan ancak gaflet içinde olan, şuuru geçici olarak veya tümüyle kapanmış kimseleri etkiler. Bir Kuran ayetinde asıl korkulması gereken gücün Allah olduğu şöyle bildirilir:
İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Benden korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)
Müminler için dünya, bir kadere bağlı olarak yaşadıkları geçici bir mekandır. Korkacakları tek varlık da bu dünyanın ve kaderin yegane hakimi Allah'tır. Mümin olmayanlar ise dünyayı, birbirinden bağımsız olay ve insanların yer aldığı kontrolsüz bir mekan zannederler. Şeytan herhangi bir vesile ile bu insanların kalplerine kolaylıkla korku sokar. Artık karşılarına çıkan her olay onlara göre sonu belli olmayan bir bilinmeyendir. Ölüm korkusuyla, fakirlik korkusuyla, gelecek korkusuyla Allah'a değil, sayısız putlarına sıkıca sarılırlar.
Şeytanın "korku" telkini mümin topluluğu içinde bulunan, ancak kalplerinde hastalık bulunan kimseler üzerinde de etkili olur. Allah yolunda bir güçlükle karşılaştıklarında kendilerini teslim alan bu korku, içinde bulundukları gafletin ortaya çıkmasını sağlar. Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde sıcak savaş ortamında korkularına yenik düşen bir grup insanın durumu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sure indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün... (Muhammed Suresi, 20)
Tevekküllü kişi kendisini tam olarak Allah'a ve kadere teslim eder. Korkudan tamamen arınır ve Allah'a tam teslimiyetin verdiği cesaretle Allah dışında hiçbir güçten korkmaz.
Yalnız burada unutulmaması gereken, müminlerin cesaretinin, inkarcıların şuursuz ve akılsız cesaretlerinden çok farklı olduğudur. Bu duygu kadere tam olarak iman etmenin, Allah'a teslimiyetin verdiği kendine güven duygusudur. Samimi olarak iman etmeyenler tarafından asla taklit edilemez. Müminlerin bu cesaretinin Kuran'da birçok örneği vardır.
Örneğin Hz. Musa (as) ve beraberindekiler, deniz ile Firavun'un ordusu arasında sıkıştıklarında, aralarındaki imanı zayıf olan kimseler yakalandıkları zannıyla korkuya kapılırlar. Oysa Hz. Musa (as), "Hayır, Rabbim benimledir" (Şuara Suresi, 62) diyerek Allah'a teslimiyetini ve güvenini ifade eder. Allah'a iman ettikleri için, Firavun tarafından kolları ve bacakları kesilmekle tehdit edilen büyücüler de aynı korkusuzluğu göstermişlerdir. Ateşe atılan Hz. İbrahim (as) da aynı şekilde hiçbir korku duymamıştır. Kuran'ın Ahzab Suresi'nde bildirildiği gibi Peygamberimiz (sav) dönemindeki müminlerin, düşman birlikleriyle karşılaştıkları zaman "imanları ve teslimiyetleri" artmıştır. Çünkü şeytanın korku telkini tevekkül eden kimse üzerinde etkisizdir. Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, şeytanın "... iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur". (Nahl Suresi, 99)
Müminlerin Arasını Bozmaya Çalışır
Kuran'da müminlerin birlik içinde, birbirlerine destek ve yardımcı olmaları, birbirlerini gözleyip kollamaları emredilir. İman edenlerin aralarındaki bağın nasıl olması gerektiği şöyle bildirilir:
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saf Suresi, 4)
Şeytan bu önemli hükmü göz ardı ettirmeye ve müminlerin aralarındaki birliği yıpratmaya çalışır. Bu doğrultuda en büyük çabayı müminler arasındaki konuşmaları olumsuz yönde etkilemek için harcar. Kötü söz söyleme, imalı konuşma, laf dokundurma gibi cahiliye insanlarına ait çirkinlikleri yapmaya teşvik ederek müminlerin aralarını açmaya çalışır. İman eden bir kimse, şeytana karşı boş bulunduğu her an böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilir. Bu yüzden Kuran'da, müminler bu tehlikeye karşı uyarılır, birbirlerine karşı güzel söz söylemeleri emredilir ayrıca şeytanın müminlerin düşmanı olduğu şöyle hatırlatılır:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi, 91)
Öğüt Verdiğine İnsanları İnandırır
Şeytan, başdüşmanı olarak kabul ettiği insanı sonsuz yıkıma uğratmak ister ve hiçbir şekilde bu niyetini ona sezdirmez. Tam aksine insana, öğüt vermek isteyen bir yardımcı kimliği altında yaklaşır. İnsanı, onun iyiliğini istediğine inandırdıktan sonra, kontrolü altına alır. Kişinin zaaflarını kullanarak, ona bu yönde telkinler yapar. Hz. Adem (as)'ın, cennetten çıkarılmasına neden olan hatayı yapmasının sebebi de, bu sinsi tuzaktır. Şeytan Hz. Adem (as)'a ve eşine bir dost gibi yaklaşmış ve onlara kendilerine öğüt verdiğine dair yemin etmiştir:
Şeytan, kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini" açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti. (Araf Suresi, 20-21)
Şeytan Hz. Adem (as)'ı ve eşini aldatarak cennetten çıkarılmalarını sağlamıştır. Hz. Adem (as) ancak tevbe ettikten ve Allah'tan bağışlanma diledikten sonra tekrar doğru yolu bulabilmiştir.
Şeytanın kendisine düşman olduğu uyarısını Allah'ın haber verdiği Hz. Adem (as)'ın, bu uyarıdan sonra bile şeytan tarafından kandırılması, insanın ömrü boyunca karşı karşıya olduğu gizli düşmanının ne kadar usta ve sinsi bir yalancı olduğunun bir delilidir. Hz. Adem (as)'a tüm şeytanların en büyüğü olan iblis tarafından verilen "ben size öğüt verenlerdenim" telkini, diğer insanlara da insi şeytanlar tarafından yapılır. Ayette bildirildiği gibi, kendi kavmini Allah'ın yolundan alıkoyarken onlara, "... ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" (Mümin Suresi, 29) diyen Firavun bunun bir örneğidir.
Benzer telkinlere bugünkü cahiliye toplumunda da sıkça rastlamak mümkündür. Din ahlakını yaşamak isteyen birine yapılan "sen daha çok gençsin, hayatını yaşa, yaşlanınca zaten ibadet edersin" telkini buna bir örnektir. Telkini yapan kişi bunu kendisinin iyiliğini istediği için yaptığını öne sürer. Oysa çağırdığı yol cehennem yoludur. Şeytan "öğüt verme" taktiğini uygulamak için öncelikle kişinin yakın çevresinde bulunan ve daha önceden kontrolü altına aldığı kimseleri kullanacaktır. Örneğin Kuran'da, iman ettikten sonra şeytan tarafından ayartılan, bu aşamadan sonra arkadaşlarının telkinleriyle sapan kişilerden bahsedilir. Bu "arkadaş"ların sözleri, şeytanın taktiğini çok net gözler önüne serer: "Doğru yola, bize gel..." Şeytanın bu taktiğinin bildirildiği ayette şöyle buyrulur:
De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (En'am Suresi, 71)
İnsan bu düşmana karşı son derece dikkatli olmak zorundadır. Yalnızca Allah'a tam olarak teslim olmuş ve O'nun zikrine sıkı sıkıya sarılmış bir kimse bunu başaracak şuura sahip olur. Şeytanın telkinlerinin kaynağını hemen teşhis eder ve zihninden söküp atar. Aksi takdirde kişi bunları kendi düşüncesi zanneder ve iradesini ona teslim eder.
Allah'ın Adını Kullanarak Saptırması
Şeytanın en sinsi ve aldatıcı hilelerinden biri de insanlara Allah'ın ismini kullanarak yaklaşmasıdır. Bu yöntemle, Allah'ın razı olmadığı hareketlerin din ve Allah adına yapıldığını telkin eder. Söz konusu hareketleri hizmet ve ibadet kisvesi altında yaptırır. Bu oyuna gelen bir insan, İslam'ın kendisine Allah yolunda mücadele etmesi için sağladığı imkanları, tamamen kendi nefsini tatmin için kullanmaya başlar.
Örneğin böyle bir kişi, din ahlakını anlatmak amacıyla inkarcıların yoğun olarak bulunduğu, aldatıcı dünya süsleriyle dolu bir ortama girdiğinde, sadece kendi nefsi doğrultusunda hareket eder. Başlangıçta meşru olan nimetlerden zevk almasında hiçbir sakınca yokken bir süre sonra durum değişir. İslamın hayrı için başlayan bir hareket amacından sapar, nimetler amaç haline gelir. Belki görünüşte Allah'ın sınırları içinde hareket ediliyordur, ama kalpte Allah'ın rızası değil, nefsin doyurulması hırsı vardır. Yaptığı hareketten hiçbir ecir alamayacağı gibi imanı gittikçe zedelenmeye başlayabilir. (Doğrusunu Allah bilir). Şeytan söz konusu kişiye Allah'ın adıyla yaklaşmış ve bir kez daha dünya hayatının aldatıcı süsünü kullanarak ahireti terk ettirmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur:
Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 5-6)
Küçük hesapların ve geçici dünya hayatının peşine düşerek imanları zayıflayan, üstelik çıkarlarını korumak için Allah rızasını siper edinen bu insanlar, Kuran'a göre münafık konumuna girerler:
(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldatıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu." (Hadid Suresi, 14)
Şeytan bu sefer insanın dosdoğru yolunun üzerine oturarak (Araf Suresi, 16) bir tuzak hazırlamıştır. Ancak Allah'tan gerektiği gibi korkup sakınan kimseler şeytanın bu oyununa gelmezler. Çünkü Allah Kendisi'nden korkup sakınana, onu doğru yola ulaştıracak, doğruyu yanlıştan ayırmasını sağlayacak bir anlayış verir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Şeytanın insanı Allah'ın adıyla aldatmasının bir başka yolu da, Allah'ın affediciliğini öne sürerek insanı günah işlemeye teşvik etmesidir. Allah elbette ki büyük bir merhamet sahibidir ve tevbe edip Kendisi'nden bağışlanma dileyen her kulunun günahlarını affedebilir. Ama bir insan, "nasıl olsa Allah affeder" diyerek bile bile günah işlemeye başlarsa, çok tehlikeli bir yola girmiş olur. Bu davranışı nedeniyle zamanla kalbi katılaşabilir, duyarsızlaşıp, Allah korkusunu tümüyle yitirebilir. Kuran'da, "yakında bağışlanacağız" diyerek bile bile günah işleyen insanlardan (Araf Suresi, 169) söz edilirken, şeytanın insanı Allah adıyla aldatışının bir örneği haber verilir.
Müminin Zamanla Yıpranmasını İster
Şeytan zamanın mümini yıpratmasını ister, müminin açık vermesini sabırla bekler. İmanı zayıf bir kişinin maneviyatından zaman içinde kopardığı küçük tavizler, bir süre sonra kalbinin üzerinin kabuk bağlamasına ve aklının örtülerek şeytanın daha büyük telkin ve vesveselerine kapılabilmesine sebep olur. Bir Kuran ayetinde, zaman içinde kazandıkları yüzünden, şeytan tarafından ayakları kaydırılmak istenen bir grup müminin haberi şöyle verilmiştir:
İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden geri dönenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti... (Al-i İmran Suresi, 155)
Vaatlerde Bulunur
Şeytan insanları kandırmak için her sahtekarın ortak taktiğine başvurur. Karşısındakine boş vaatlerde bulunur. Münafıklar ve müşrikler de bu vaatlere inanırlar. Oysa bu basit bir aldanma değildir. İnsan sonsuz ahiretini, bu boş vaatler sonucunda kaybeder. Bu vaatlerin ortak özellikleri gelip geçici dünya hayatına yönelik olmalarıdır. Şeytan kimi zaman eğlence, ticaret, para, mülk, kimi zaman da daha güzel ve uzun bir hayat, sosyal statü, mevki, saygınlık vaat eder. "Yaldızlı sözler" fısıldar (Enam Suresi, 112). Ancak sebep her ne olursa olsun şeytana kanan inkarcılar için sonuç hep aynıdır; sonsuz azap ve cehennem. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:
(Şeytan) Onlara vaatler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi,120)
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaatte bulundum, fakat size yalan söyledim... (İbrahim Suresi, 22)
Allah'ın hoşnutluğunu, sevgisini, rahmetini ve cennetini kazanmayı hedefleyen bir mümin, geçici dünya hayatına ait bir vaadi elbette ciddiye almaz. Çünkü yeryüzünde ulaşacağı herhangi bir makam, kazanacağı herhangi bir mülk veya sahip olacağı herhangi bir nimetin gerçekte önemi yoktur. Bunlar ancak çok kısa bir süre varlığını koruyacak, ölümle beraber yok olup gidecektir.
Kuruntulara ve Kuşkulara Düşürür
Şeytanın kullandığı bir başka yöntem ise kuşku ve kuruntu vermektir. Gerçekte var olmayan olayları insanların kafalarında sanki varmış gibi gösterir. Kalplerinde hastalık bulunan, zayıf karakterli kişiler bir süre sonra tamamen bu kuruntuların etkisi altına girerler. Her olayı kendi aleyhlerine planlanmış bir hareket olarak görürler. (Münafikun Suresi, 4) Hatta elçi tarafından aldatıldıkları zannına kapılırlar. Sürekli tedirgin, korku içinde, ne yapacaklarını bilemeyen bir karakter sergilerler. Şuurlu bir insanın aklına bile getirmeyeceği olmadık kuruntulara düşerler.
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim... (Nisa Suresi, 119)
(Şeytan) Onlara vaatler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 120)
Mümin şeytanın en büyük düşmanı olduğu için, kendisini böyle bir tehlikeden müstağni göremez. Zira göstereceği en küçük bir gevşeklik, şeytanın kuruntu vermek, şüpheye sevk etmek gibi taktiklerle üzerine saldırmasına imkan tanır. Ancak kesin bir bilgiyle ahirete inanan, her an katıksızca Allah'a yönelen bir mümine karşı bu kuruntular kesinlikle etkisiz kalır.
Sapkın Amelleri Süslü ve Çekici Gösterir
Şeytan etkisi altına giren kimselere, yapmakta oldukları sapkın işleri süslü ve çekici gösterir. Bu yüzden içinde bulundukları sapıklığa tutkuyla bağlanırlar.
... Şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. (Neml Suresi, 24)
... Onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (En'am Suresi, 43)
Kalpleri katılaşan kimseler iyi ve kötüyü ayırt edecek duyarlılığı kaybettiklerinden, şeytan işledikleri kötülükleri onlara süslü gösterir. Bu katılaşma yüzünden de şeytanın etkisi altındaki kimseler, kendilerine çekici gösterilen sapıklıklarında büyük kararlılık gösterirler. Bu kararlılık kimi zaman geleneklerle bozulan ve Kuran'da "ataların dini" olarak adlandırılan sapkın dinin temsilcilerinde, kimi zaman da Allah'ın elçisine isyan eden, ona karşı mücadele eden münafıklarda görülür. Kimi zaman da inkarcıların müminlerin aleyhine yürüttükleri faaliyetlerde ortaya çıkar. İster müşrik olsun ister kafir, tümünün ortak özelliği şeytan tarafından kandırılmış ve oyuna getirilmiş olmalarıdır. Bir Kuran ayetinde bu insanlar üzerindeki şeytani etki şöyle bildirilir:
O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: "Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım" demişti... (Enfal Suresi, 48)
Fakirlik Korkusu Verir
Şeytan ahirete karşılık insana dünya hayatını sunar. Bu yüzden şeytanın etkisi altındaki insanlar sanki sonsuza dek ölmeyeceklermiş gibi dünya için çalışır, ahiret için hiçbir çaba harcamazlar. Şeytan binlerce yıldır insanlara bu tuzağı kurar. Bugüne kadar milyarlarca insan yaşamları boyunca çalışmış, çabalamış, para, mal-mülk kazanmış, sonra bunların hepsini arkalarında bırakarak ölmüşlerdir. Şu an yaşayanların büyük kısmı ise, kendilerinden önce ölen bu insanların durumlarından hiçbir ders almaz, sanki kendileri hiç ölmeyeceklermiş gibi mal-mülk biriktirirler.
Şeytan dünya hayatını değerli ve kalıcı göstererek müminlere de zarar vermeye çalışır. İmanı zayıf olanlara ve münafıklara fakirlik korkusu verir. Bu sayede onları, dünya hayatı için daha çok çaba harcamaya, cimrilik yapmaya iter. Bir Kuran ayetinde şeytanın çabası şöyle bildirilmiştir:
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaat ediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Mal-mülk hırsı vererek tuzak kurmak şeytanın çok eski bir yöntemidir. Hatta Hz. Adem (as)'a da ayette haber verildiği üzere, "sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?" (Taha Suresi,120) yalanını söylemiş, mülk vaadinde bulunmuştur. Bu yüzden Allah, müminlere mal sevgisine karşı birçok uyarıda bulunur. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye çağrılıyorsunuz; buna rağmen bazılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; fakir olan sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar. (Muhammed Suresi, 38)
Her kim olursa olsun, dünya çapında ünlü ve zengin bir işadamının veya bir dilencinin, Allah'ın rızasına uygun olarak harcamadığı her kuruşta, farkında olmadığı bir ortağı vardır. Allah inkar edenlerin mallarına şeytanı ortak kılmıştır. Bu ortaklık emri ayette şöyle geçer:
"Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun." Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. (İsra Suresi, 64)
Kibir Verir
Kibir şeytanın en önemli özelliklerinden biridir. Allah'ın huzurundan da kibiri ve itaatsizliği yüzünden kovulmuştur:
Yalnız iblis hariç. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (Allah) Dedi ki: "Ey iblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?" (Sad Suresi, 74-75)
Şeytanın bu önemli hastalığı insanlar için de büyük bir tehlikedir. Çünkü şeytan bir insanı kendisine yakın kılmak için öncelikle kendi hastalığını o insana bulaştırmaya çalışır. Bu hastalığa yakalanan bir kimsenin aklı örtülür, şuuru kapanır. Bu tehlike nedeniyle Kuran'da müminler alçak gönüllü olmaları için şöyle uyarılmışlardır:
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37)
(Lokman dedi ki) İnsanlara yanağını çevirip ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 18-19)
Mümin, şeytanın vasfı olan kibirden mümkün olduğunca sakınmalı ve bunun için büyük bir dikkat sarf etmelidir. Aksi takdirde ecir kaybına uğrar, imanı büyük bir tehlike içine girer.
Şeytanın etkisi farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Örneğin bir insan İslam'a büyük hizmetlerde bulunmuş olabilir. Ama bu hizmet, Allah'ın kendisine lütfettiği bir ecir kazanma imkanıdır. Kişi Allah'ın kontrolü dışında, kendi başına bir hareket yapamayacağı için, herhangi bir başarısıyla övünmesi söz konusu olamaz. Bunun tersini yapanlara Kuran'da çok büyük bir tehdit vardır. Ayette şöyle buyrulur:
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)
Nitekim Allah, sahip olduğu zenginliği kendi kişisel özelliklerinin bir sonucu sayan ve "... bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir" (Kasas Suresi, 78) diyen Karun'u, şiddetli bir cezaya çarptırmıştır.
Şeytan kibir telkini vererek aynı zamanda müminler arasındaki huzuru bozmaya çalışır. Çünkü kibir müminler arasında hoşa gitmeyen bir ahlak zayıflığıdır ve bu tür bir tavra sahip bir insan onları son derece rahatsız eder.
Şeytanın kendisini fark ettirmemeye çalışarak, insana çok sinsice yaklaşacağı unutulmamalıdır. Şeytanın acelesi de yoktur. Kendini üstün görme telkinini, uzun vadede, birçok farklı olay için yavaş yavaş yapar. Eğer kişi bu yönteme karşı çok uyanık olmazsa, bu telkinlerin etkisi zamanla katlanarak büyür. Örneğin kazanılan küçük bir başarının ardından şeytan mutlaka telkin yapmak isteyecektir. Eğer kişi, başarının tek sahibinin Allah olduğunu kalben hissetmezse, şeytanın fısıltısını da kendi teşhisi zanneder ve başarı sahibinin kendisi olduğuna inanır.
Şeytan başka taktikler de izler. Örneğin bir mümin hata yapabilir. Böyle bir durumda diğer müminlere düşen, hatayı yapan mümine şefkatle yaklaşmak ve o müminin de kendileri gibi aslında aciz bir kul olduğunu unutmamaktır. Çünkü şeytan, hata sahibine karşı öfke duymayı veya onu küçük görmeyi telkin eder. Bir mümini yaptığı hatadan veya başka bir sebepten dolayı içten içe küçük gören kişi, kendini üstün görme fısıltısının etkisi altında kalmaya başlamıştır.
Bu ruh hali devam ederse kibir insanın kişiliğine yerleşir ve diğer müminlere karşı şefkat ve merhamet duygusu azalır. Artık yalnızca kendi bildiğini okuyan, kendi başına buyruk, aklını diğer müminlerin akıllarından üstün gören bir insan ortaya çıkar. Kişinin içindeki kendini üstün görme fısıltısı sesini yükseltir ve o, bunun kendi üstün teşhislerinden biri daha olduğunu zanneder. Bu psikolojiye giren kimsenin imanında zamanla çok ciddi yaralar oluşabilir. Bir süre sonra kalbi, Kuran'da da bildirildiği gibi, Allah'ın ayetlerine karşı duyarsızlaşabilir:
Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder. (Secde Suresi, 15)
Ancak büyüklük taslamayan kimseler, Allah'ın ayetlerine iman edebilirler. Kendisini üstün görüp kibirlenen bir kimsenin ayetleri gerektiği gibi anlaması ise imkansızdır.
Gösteriş İçin İbadet Etmeye Teşvik Eder
Dünya hayatının en aldatıcı tuzaklarından biri, insanların birbirlerine gösteriş yapma ve sahip olduklarıyla övünme tutkusudur. Gösteriş yapmanın şekli insanın içinde bulunduğu ortama göre değişir. Paranın ön planda olduğu bir ortamda zenginlik, saygınlığın geçerli olduğu bir toplulukta makam övünme konusudur. Şeytan bu tutkuyu ibadetler yerine getirilmeye çalışılırken de kullanmaya çalışır. Kalbinde iman olmayan kimseler için ibadet etmek, Allah'ın rızasını kazanmak maksatlı değil, dindar toplulukta itibar elde etmek için yapılan bir harekettir. Kuran'da bu tür kimselerden şöyle bahsedilir:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar.(Maun Suresi, 4-6)
Şeytanın gerçek amacından saptırıp bir gösteriş aracı haline getirebileceği önemli ibadetlerden biri "infak", yani insanın malını Allah yolunda harcamasıdır. Bu ibadeti yaparken Allah'ın rızasını aramak yerine, insanların hoşnutluğunu gözeten kimseler aslında şeytana arkadaş olmuşlardır:
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o. (Nisa Suresi, 38)
İnfak, mümine arınması ve ahiretini kazanması için tanınmış en önemli fırsatlardan biridir. Böylesine önemli bir ibadete, şeytanın bir pisliği olan gösteriş yapma karışırsa, müminin ihtiyacı olan arınma gerçekleşmez, ahiret için çok önemli olan bir fırsat kaçırılmış olabilir. Bu yüzden mümin olan bir kimse, infak ederken şeytana karşı çok uyanık olmalı, her ibadetinde olduğu gibi bunu da halis niyetle, yalnızca Allah'ın rızasını gözeterek yapmalıdır. Müminler bu tehlikeye karşı şöyle uyarılırlar:
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın... (Bakara Suresi, 264)
Ayetlerden Uzaklaştırmaya Çalışır
Allah'ın hak kitabı olan Kuran'a tabi olmak büyük bir sorumluluktur. Böylesine önemli bir sorumluluğu ihmal etmenin cezası da aynı derecede şiddetli olur. İnsanın böyle bir cezaya çarptırılması ise bilindiği gibi şeytanın en büyük amacıdır.
Şeytanın etkisiyle Kuran'dan uzaklaşan bir kimse, gerçekte Allah'tan uzaklaşmış olur. Çünkü Kuran, Allah'ın sözüdür ve hem müminlerin hidayete ermelerini sağlayan, hem de onlara ömür boyu yol gösterici olan bir 'nur'dur.
Kuran'dan uzaklaşmak, Kuran'a tabi olmuş müminleri tehdit eden bir tehlikedir. Çünkü müşrikler ve kafirler zaten Kuran'dan tamamen gaflet içindedirler. Ayetlere karşı perdelenmiş oldukları için, Kuran'dan daha fazla uzaklaşmalarına imkan yoktur. Fakat ayetler vesilesiyle iman eden ve ayetlerde bildirildiği şekilde yaşayan müminler, Kuran'dan uzaklaşırlarsa, çok büyük bir tehlikeyle, şeytanla yüz yüze kalırlar. Dahası bunun farkına varmadan, kendilerini hala doğru yolda zannederek, şeytan tarafından kontrol altına alınırlar. Kuran'da bu durum, şeytanın insanın üzerine kabuk gibi bağlanması olarak ifade edilmiştir:
Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun "üzerini kabukla bağlattırırız"; artık bu, onun bir yakın dostudur.
Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 36-37)
Böyle bir gaflete de ancak, ahireti terk edip dünyevi çıkarlara yönelen, nefsinin istekleri doğrultusunda hareket eden biri dalabilir. Allah'ı değil, nefsini tatmin etmeye yönelip şeytanın peşine takılan bu kimse, insandan çok hayvana benzer. Çünkü hayvanın da, insanın da temel fiziksel ihtiyaçları ortaktır. İnsanı üstün yapan kendisini yaratan Allah'a bilinçli bir biçimde kulluk etmesidir. İşte bu nedenle Kuran'da nefsinin hevasına uyan ve bir zamanlar tabi olduğu ayetlerden uzaklaşan kimseler için şöyle bir benzetme yapılmaktadır:
Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu. Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler. (Araf Suresi, 175-176)
Bir mümin yıllar boyunca, birçok defa Kuran'ı okumuş olabilir. Ama bu onu şeytanın oyunlarından müstağni kılmaz. Şeytan birçok oyunla karşısına çıkar. Müminin Kuran'ı inkar etmeyeceğini bildiğinden, çeşitli hilelerle, müminleri günlük hayatlarında Kuran'da emredilen yaşam tarzından uzaklaştırmaya çalışır.
Örneğin Kuran'da, yaşanan ve yaşanacak her anı Allah'ın bir kader çerçevesinde önceden yarattığı bildirilmiştir. Bu bilgiye rağmen başına gelen olaylar karşısında sıkıntılı, tevekkülsüz bir ruh hali sergilemek, Allah'ın ayetlerini gözardı ederek hareket etmek anlamına gelir. Uzun süre bu ruh halinde kalan bir kimsenin kalbi, Kuran'ın berraklığını yitirir ve giderek kararmaya başlar. Sonunda bu kimse Kuran'dan etkilenmeyen, duyarsız bir insan haline gelebilir. Kuran'da emredildiği gibi bir hayat sürme gayretindeki herkes bu tehlikeyle karşı karşıyadır. Her kim olursa olsun, kendisine kitap verildikten sonra bu yükümlülüğü hakkıyla yerine getiremezse, kalbi katılaşabilir. Kuran'da, daha önce kendilerine kitap verilen, ancak bu sorumluluğu taşıyamayan kimselerin durumu şöyle hatırlatılmaktadır:
İman edenlerin, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin "saygı ve korku ile yumuşaması" zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı. (Hadid Suresi, 16)
Allah müminlere, şeytanın bu oyununa düşmemeleri için Kuran'a sımsıkı sarılmalarını emreder. Çünkü Kuran hayatının her anında mümine yol gösterici olacak bir kılavuzdur. Dahası müminler ayetleri yalnızca düzenli olarak okumakla değil, hayat boyu akılda tutmakla, üzerlerinde düşünmekle ve her olayda Kuran'la hükmetmekle yükümlüdürler:
Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır. (Ahzab Suresi, 34)
Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır... (Bakara Suresi, 121)
Unutkanlık ve Dalgınlık
Unutkanlık vermek şeytanın çok sık kullandığı fakat insanlar tarafından fazla fark edilmeyen bir yöntemdir. Şeytan bu telkini farklı konumlardaki insanlar için, farklı taktiklerle kullanır.
Örneğin yaşamlarını dinden uzak geçiren kimselere verdiği unutkanlık ve dalgınlık, klasik anlamdaki unutkanlık veya bir anlık göz dalması değildir. Şeytanın gerçek anlamda unutkanlık verdiği bu kimseler, 60-70 yıllık bir ömrü Allah'ı ve ahireti unutarak boş uğraşlar içinde geçirirler. Allah'ın ahireti hatırlatmak için yeryüzünde yarattığı hikmet ve ibretleri kavrayamazlar. Neden ve nasıl yaratıldıkları sorusunun onlar için hiçbir önemi yoktur. Şeytan onlara, iyiliği, hayrı, en önemlisi kendilerini yaratan Allah'ı anmayı ve herşeyin kontrolünün Rabbimiz'de olduğunu unutturur. Ölüm, kader ve ahireti hiç düşündürtmez. Aynı şekilde münafıklar da şeytan tarafından çepeçevre kuşatıldıklarından, Allah'ın varlığını ve O'nun zikrini unuturlar. Kuran'da münafıkların içinde bulundukları durum şöyle bildirilir:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)
Şeytanın unutkanlık vermeye çalıştığı bir diğer grup müminlerdir. Ancak bu unutkanlık müşriklere ve münafıklara verdiği unutkanlıktan daha farklıdır. Şeytan büyük-küçük ayırt etmeden müminlerin sorumlu oldukları her konuda unutkanlık vermek ister. Çünkü her insan dünya hayatının her anında, Kuran'da emredilen hayatı yaşama konusunda denenmektedir. Bu yüzden insanın her an şuurlu ve uyanık olması ve yaşadığı her an, Allah'ın rızasını araması gerekir.
Kuran'da şeytanın müminlere vermeye çalıştığı bazı unutkanlıklardan örnekler verilmiştir. Bunlardan biri, ayetler hakkında "alaylı tartışmalara" dalanlarla aynı ortamda bulunmaktır. Allah müminleri böyle bir ortamdan sakındırır ve şeytanın unutturucu etkisine karşı uyarır:
Ayetlerimiz konusunda "alaylı tartışmalara dalanlar:" -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma. (Enam Suresi, 68)
Bir başka hüküm ise bir şeyi yaparken, onun ancak Allah'ın dilemesiyle mümkün olacağını anmaktır:
Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir." (Kehf Suresi, 23-24)
Bu konuya bir başka örnek Hz. Musa (as) kıssasında verilmiştir. Ayette, Hz. Musa (as) ile beraber yolculuk eden genç yardımcısı, yanlarına aldıkları balığı unuttuğunu fark edince, bunun sorumlusunun şeytan olduğunu belirtir:
(Genç-yardımcısı) Dedi ki: "Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu." (Kehf Suresi, 63)
Mümin unutkanlığa ve buna yol açan faktörlere karşı çok dikkatli olmalıdır. Müminin yaşamında dalgınlıklara, aklı örten hayali senaryolara ve boş hayallere dalıp gitmeye yer yoktur. Çünkü bu karakterde bir insan Allah yolunda ciddi bir çaba harcayamaz. Kendisini dünyanın aldatıcılığına kaptırıp, gerçek görevini, varlığının tek nedenini, Allah'a kul olmayı unutur:
Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)
Unutkan ve dalgın bir yapıya önlem olarak, müminler Allah'ı, Allah korkusunu ve Allah rızasını, cenneti, cehennemi, dünya hayatının geçiciliğini daima düşünerek unutmamalıdırlar. Çünkü insan bu gerçekleri aklında tutmadıkça, şeytana karşı korumasız kalır.
Duygusallık Telkini
Duygusallık, insanın duygularının Kuran'da belirtilen doğrultunun dışına taşarak Kuran'ın sınırları içinde yönlendirilmemesi, bunların kişinin karar ve davranışlarını kontrol altına alması ve kişiyi aklın yerine duyguların yönetmesi demektir.
Duygusal davranan bir kimsenin hareketlerinde akıl yoktur. Herşey o anki ruh haline göre gelişir. Kişinin sabrı, adaleti, davranışları, aldığı kararlar, verdiği tepkilerin tamamı duygular tarafından yönlendirilir. Ani ve birbirini tutmayan kararlar şeytanın küçük müdahaleleriyle kolayca verilir. Çoğu zaman bu kararları pişmanlık izler. Duygusal insanların ömürleri sonradan pişman olunan birçok kararla doludur. Halbuki müminin sahip olduğu akılda, denge ve açık bir şuur vardır. Hareketlerin tamamı Allah'ın kuralları ve kanunları çerçevesinde yapılır. Akılcı hareket eden insan, seçimini, ahiret gününde Allah'ın karşısında vereceği hesabı düşünerek yapar. Şartlar ne olursa olsun Kuran doğrultusunda, taviz vermeden hareket eder.
Şeytan, kimi zaman müminlere de duygusallık telkini yaparak yaklaşmayı dener. İnkar edenlere karşı beslenebilecek bir sevgi, değişen şartlardan ruhen etkilenmek gibi Kuran'a ahlakına uygun olmayan her hareket, bilinç altına yerleşen duygusallık telkininin bir işaretidir. Böyle bir telkin, Kuran hükümlerini uygulamada ve Allah'ın rızasına yönelmede gösterilecek tam bir kararlılıkla etkisiz bırakılır.
Müminlerin hayatlarında duygusallığa yer olmadığı birçok Kuran ayetinde bildirilmiştir. Örneğin bir mümin, her kim olursa olsun, inkar eden bir kimseye karşı sevgi besleyemez:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun... (Mücadele Suresi, 22)
Allah'ın sevgisini kazanmak için yola çıkan bir müminin, Allah'ın düşmanı kimselere karşı sevgi besleyemeyeceği, eğer beslerse doğru yoldan şaşırıp sapacağı ayette şöyle bildirilir:
Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cehd etmek (çaba harcamak) ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hala sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur. (Mümtehine Suresi, 1)
Mümin bir kimse için sevgideki yegane kıstas imandır. Bunun dışında ne aile bağlarının ne de sosyal çevrenin önemi vardır. Bir inkarcı, iman etmediği sürece müminin dostu ve yakını olamaz. Bu uzaklık Kuran'da şöyle ifade edilir:
İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir."... (Mümtehine Suresi, 4)
Bu konu Kuran'da Peygamber kıssalarında da geçer. Örneğin Hz. İbrahim (as)'ın babasının Allah'ın düşmanı olduğunu öğrenince ondan uzaklaşmış olması, müminler için örnek bir harekettir. (Tevbe Suresi, 114) Bir başka örnek ise Nuh kıssasında yer alır. Allah, Hz. Nuh (as)'a, inkarcı olan oğlu için "... Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir..." (Hud Suresi, 46) diye seslenir. Çünkü bir müminin ailesi, yalnızca müminlerdir. Bunların dışında bir dost arayanlar, eninde sonunda kendilerine yegane dost olarak şeytanı bulurlar.
Detaylara Daldırır
Mümin Allah rızasını kazanmak için en sağlıklı ve doğru yolları seçmelidir. Boş işlerle hiç vakit kaybetmez. "Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et" (İnşirah Suresi, 7) ayetine uyarak, üzerine aldığı her salih ameli bir an önce bitirip bir yenisine geçer.
Fakat insan yaptığı işi Allah'ın rızasını gözetmeden yapıyorsa, şeytanın pek fark edilmeyen bir oyununa karşı korumasız düşebilir. Bu oyun insanları gereksiz detaylara daldırmaktır. Bu tuzağa düşen kişi, kafası karmakarışık, binbir türlü detaya takılmış, esas amaçtan tamamen uzaklaşmış, hatta ne yapması gerektiğini bile hatırlayamayan biri hale gelir.
Allah Kuran'da buna örnek olarak Hz. Musa (as)'ın kavmini verir. Hz. Musa (as) kendi kavmine, yani İsrailoğulları'na, Allah'ın onlardan bir sığır kesmelerini istediğini haber verir. Buna karşın kavmi sığır hakkında gereksiz birçok ayrıntı sorup, ibadeti bir türlü yerine getirmez. Ancak istedikleri bütün ayrıntıları öğrendiklerinde, ayette belirtildiği üzere, "... Şimdi gerçeği getirdin.." derler. Fakat bu ibadetin amacından nasıl uzaklaştığı ve kavmin neredeyse Allah'ın emrini yerine getirmeyeceği daha sonraki ayette belirtilir: "... Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı." (Bakara Suresi, 71)
Bu arada İsrailoğulları'nın kendilerine sığır kesme emrini getiren Hz. Musa (as)'a söyledikleri "bizi alaya mı alıyorsun?" (Bakara Suresi, 67) şeklindeki küstahça söz de, o anda imandan çok inkara, yani şeytana yakın olduklarını göstermektedir.
Bu mantığın altında şeytanın yukarıda bahsedilen hilesi yatmaktadır. Sığır kesmek gibi basit bir olayı detaylara boğup zorlaştıran şeytan, neredeyse ibadetin yapılmasını engellemeyi başaracak hale gelir. Günümüzde bazı toplumlardaki din anlayışı, şeytanın bu etkisiyle şekillenmiştir. Birçok insan, detaylara boğulmuş, Kuran'dan uzak bir din yaşamaktadır.
İsrafa Teşvik Eder
İsraf etmek cahiliye toplumunun önemli bir özelliğidir. Sınır tanımaz bir şekilde para harcayıp sonra bununla övünmek inkar edenler için bir prestij kaynağıdır:
O: "Yığınla mal tüketip-yok ettim" diyor.
Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor? (Beled Suresi, 6-7)
Oysa israf Allah'ın kesin olarak yasakladığı, çirkin bir davranıştır. Hatta israf edenler için ayette "şeytanın kardeşi" ifadesi kullanılmaktadır. O halde şeytanın en büyük düşmanı olan müminlerin bu konu üzerinde özel bir titizlik göstermeleri gerekir. Allah ayetlerde şöyle bildirir:
... İsraf ederek saçıp-savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür. (İsra Suresi, 26-27)
Bu tehlikeden korunması için müminin dikkat etmesi gereken bir husus vardır. Mümin canını ve malını cennet karşılığında sattığını (Tevbe Suresi, 111) hiçbir zaman unutmamalıdır. Böyle bir ticareti kabul ettikten sonra malının bir kısmını Allah yolu dışında bir amaç için harcayamaz. Çünkü israf öncelikle, ahiret dışında bir başka amaç için harcama yapmakla olur.
Mümin sahip olduğu herşeyle ahirete yönelmek zorundadır. Sahip olduğu her mal daha çok ecir kazanması için bir fırsattır. Bu fırsatı geri tepmek, ahiret yerine dünya hayatına razı olmak demektir. Allah müminleri meşru ve helal nimetlerden faydalanmaya teşvik ederken, israf etmemeleri için uyarılarda bulunmuştur:
... İsraf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (Enam Suresi,141)
Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (Araf Suresi, 31)
Şeytanın İnsanı Saptırmak İçin Kullandığı Araçlar
Kuran'da şeytanın özel olarak kullandığı bazı kötü alışkanlıklar olduğundan bahsedilir ve müminler bunlara karşı uyarılırlar. İçki, kumar ve falla uğraşmak şeytanın insanları saptırmak için kullandığı malzemelerdir:
Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 90)
Ancak burada önemli olan şeytanın bu araçları hangi sonuca ulaşmak için kullandığıdır. Çünkü ayetlerde esas dikkat çekilen şeytanın amacıdır. Bu amaç bir sonraki ayette bildirilir; müminler arasına düşmanlık sokmak, onları Allah'ı anmaktan ve 5 vakit namazdan alıkoymak.
Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? (Maide Suresi, 91)